Hayat hep berbattı zaten... Ne olup bittiğinin farkında olanlar için daha da berbattı. Farkında olmayanlara gelince, hayatın berbat olup olmadığının ne önemi var onlar için?!?
Farkında olmak, ızdırap çekmek demek, hayata alışmamak, bir türlü rahat olamamak demek... Farkında olmak, var olmak demek, varoluşu idrak etmek demek... Farkında olmak, dahil olmak, oyuna katılmak demek değil; bilakis farkında olmak, oyunun farkında olmak katılmayı değmeyecek bir oyunun oynandığını görmek demek.. Oyuna katılmak topluma katılmak demek.. Toplumun içinde toplumla birlikte ve toplum için oynamak demek.. Hepsinden önemlisi topluma oyun oynamak demek...
O halde bu keşmekeş içinde kendini unutmak başkaları için yaşamak iddiası ne büyük bir iddia ! ! ! Unutulacak derecede zayıf bir "kendilik" başkaları için yaşayabilir mi? Yaşayabilirse, acaba buna yaşamak denir mi/denebilir mi?
Hayat hep berbattı zaten... Fark edenler için, evet, asıl fark etmeye değen şeyleri fark edecek zekalar için ziyadesiyle berbattı hayat
Büyük işler berbatlığın büyüklüğü oranında zuhur eder. Hayatın saldırıları artığında sanıldığının aksine-kendi olabilen, kendi kalabilen zevat-ı kalile’nin gücü de artar. Unutmamalı ki karşı tarafta Haçlı seferlerinin hazırlığı yapılırken bu topraklarda İmam Gazaliler yetişmekteydi... Cevdet Paşanın Mecelleyi ya da Tarih'ini kaleme aldığı yıllar zannediyor musunuz ki çok güçlü olduğumuz yıllardı? Ya ünlü matematikçimiz Salih Zeki Asar-ı Bakiyesini ya da o diğer eserlerini (bilhassa çevirilerini) hangi dönemde kaleme almıştı dersiniz. Peki Elmalılıların, Babanzadelerin, İzmirli İsmail Hakkıların, Ahmed Hamdi Aksekilerin yetiştiği dönem, tam manasıyla özgür ve bağımsız olduğumuz bir dönem miydi? Lütfen zahmet edip İstanbul’un düşman askerlerince çiğnendiği, Boğaz'da İngiliz-Fransız gemilerinin yüzdüğü, hatta Yunan askerinin şehir sakinlerine sarkıntılık ettiği işgal yıllarında yayımlanan eserlerin, risalelerin, yapılan çalışmaların niteliğine bakınız; mesela kurulan ilmi heyetleri sayınız, hatta bu heyetlerini akdettikleri ictimalar sırasında konuştukları meseleleri şöyle bir gözden geçiriniz; göreceksiniz ki bütün menfi şartlara rağmen o insanlar ellerindeki fidanı dikmeye çalışıyorlardı; ellerinden geleni yapmaya, sele kapılıp yok olmamaya gayret ediyorlardı.
Efendimiz (sav): "Kıyamet koptuğunda, elinde bir fidan olan o fidanı dikmeye baksın." buyuruyor...Elinde fidan olanlar, ne surette olursa olsun kıyametin koptuğuna değil, evvelemirde fidanlarını dikmeye bakmalılar o halde!
Zaten kısa olan bu hayatın berbat geçip geçmemesi önemli değil, asıl önemli olan bu geçicilik içinde bizim kalıcı olarak ne yaptığımız! Kendimiz için ne yapıyoruz mesela?!?
Ruhlarımız korumak için... Rahmanın defterinde adımızı görebilmek için...hüsrana uğramamak için ne yapıyoruz?!?
Oysa Şeytan bizleri fakirlikle korkutuyor; cebimizi boşaltmakla kalmıyor, ruhumuzu da soymak istiyor... Fukaralığın felaketimiz olduğunu, fukara olmakla helak olmanın aynı şey olduğunu fisıldıyor... Direncimizi kırmak, mücadele gücümüzü azaltmak bizi biz olmaktan çıkarmak için uğraşıyor..,
Hayatın cazibesine direnmek kadar, hayatın saldırılarına da direnmek gerek. Elimizdeki fidanı dikmek için zamanı kollamak zavallılığına düçar olmamak gerek..
Zaman ibnul-vakt’lerin zamanı... Anı yaşayanların, an için yaşayanların, anın hesabını verenlerin zamanı... Hep öyleydi zaten... halen öyle ve istikbalde de öyle kalacak!..
Biliyorum, insanın kendi olması, kendi kalması zor, çok zor... Fakat kendimiz olmak kendimiz kalmak için zamanı ayarlamayız.. Çünkü bütün zamanlar, zor zamanlardır! Zorluk zamanın arazı değil, bilakis kendisi, kendisinden bir parça; mahiyetinin bir parçası...
Hayat hep berbattı zaten... Zaman da hep zor... Fark edenler, fark edebilenler hep berbat bir hayat içerisinde, hep bir zor zaman diliminde fark ettiler, fark edebildiler ve fakat asla bu dünyada berbat olmayan bir hayatın, zor olmayan bir hayatın gelmesini beklemediler. Hayat berbat zaman zor olmasaydı-bir düşünelim bakalım-elimiz- de dikmeye değecek bir fidan olur muydu, olsaydı onları dikmeye gerek kalır mıydı?!?
Sakın yanlış anlaşılmasın; "Bardağın dolu tarafinı görmeye çalışın, hayattan kam almaya bakınılan demiyorum; zira bu bardak hep boş idi; kam alınmaya değer bir hayat da hiçbir zaman yok idi. Binaenaleyh bu boşluğu, bu yokluğu idrak edip siz asıl yokluk içerisinde var olmanın keyfine bakın!
Suftler "Küfr-i hakiki olmadan iman-ı hakiki olmaz" derler ben de derim ki: Varlık içinde yokluk çekeceğinize, bir kere de yokluk içinde var olmayı deneyin! Öyle varlık varlıka nisbetle değil, yokluk'a nisbetle "varlık' niteliğini kazanıyor değil midir?
Sevgili dostum, unutma ki "bir zübde-i alemsin sen", o halde "hoşça bak zatına!"
* (Yeni Şafak, 14.4.2001)