İNSANIN TARTIŞMACI OLUŞU - rahle.org

İNSANIN TARTIŞMACI OLUŞU - rahle.org

İNSANIN TARTIŞMACI OLUŞU


Facebookta Paylaş
Tweetle

Ahmet Faruk Nakışçı

"Gerçekten, şu Kur'an’da insanlara her türlü misali kesinlikle tekrar tekrar açık­ladık insan ise çok şeyde cedel(ci) olmuştur." (18/54)

İnsanoğlunun tarih içerisindeki bölünmeleri, birbirleriyle didişmeleri ayet-i ila­hinin ortaya serdiği "cedel"den ortaya çıkmıştır.

Tarih felsefesinde, tarihin akışı incelenirken, elbette insan unsurundan bağım­sız bir düşünce geliştirilemez. İnsanla irtibat kuran Kuran gibi, bizim de tarihi de­ğerlendirmede insanı birinci derecede öne çıkarmamız gerekir.

Allah, gönderdiği ilahi kitaplarla çok önceleri tek ümmet olan insanlara gerek­li açıklamalar yapmıştır. Bunlardan son kitap Kuran, bu gerçeği zikredilen ayetiy­le ortaya koymaktadır. Ayetteki "lekad"(kesinlikle) vurgusu, şüpheye mahal ver­meyecek şekilde olayın vuku bulduğunu vurgulamaktadır.

Allah, her meseli (örneği / modeli) kitabında açıklamış, tek tek anlatmıştır. Bu­nu insanlar için yapmıştır. Evet I Bütün bu açıklamalar, insanlar için olmasına rağ­men insan, pek çok şeyde cedel(ci)dir. Ayetin orijinalindeki kullanımda, cedelci şeklinde ism-i fail (özne) durumu yoktur. Biz de zaten bu sebeple ism-i fail (öz­ne) manası veren ”-ci"yi parantez içinde yazdık Aslında burada çok güzel bir in­celik yatmaktadır. İnsan o kadar cedele, tartışmaya meyillidir ve onu o kadar çok sevmekte/yapmaktadır ki, adeta cedelin kendisi olmuştur. Kızan bir kimse için "Ateş kesildi." deriz. İşin aslında o kişi, ateş kesilmemiştir ama kızgınlığı ve tabii kız­gınlığının belirtisi olarak kızarması- o kadar çoktur ki tıpkı ateşe benzemiştir. Ay­nen bunun gibi, insanın adeta cedel olduğunu Allah Teala çok güzel bir belagat örneği ile bize bildirmektedir.

Tek tek açıklanan, yaş-kuru açıklanmadık hiçbir şey bırakılmayan bu kitap ve muhatabı cedel(ci) insan !

 


Bu ilişki, tarihi kavramada bize çok yardımcı olacaktır. Bütün insanlık tarihini düşündüğümüzde ve kitaplar geleneğinin bu tarihle birlikte geliştiğini hatırladığı­mızda bu ilişki daha da mühim olmaktadır. Bu noktada Kur'an'ın teferruattan ka­çınıp genel ilkeler koyduğunu ve önemsiz meselelere hiç değinmediğini, pratik fayda getirmeyecek amele dönüşmeyecek misaller (örnekler / model tipler) an­latmadığını belirtmemiz konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.

 

Kehf suresinde "Ashab-ı Kehf” olayının anlatılış şekli tamamen bu temel ilke üzerine bina edilmiştir.

İşte bu net Kuran / vahiy anlayışı karşısındaki insana baktığımızda onun, tari­hinin hemen her döneminde cedel(ci)olduğunu görürüz. Gerçi Asr-ı Saadet dö­neminde bu cedel(ci)lik, sahabenin sahih / net anlayışı ve tabii şanlı eğitimcimiz Hz.Peygamber'in örnek terbiyesiyle rafa kaldırılmışsa da zamanla insanlar ayette­ki ”cedel(ci)"sıfatına tekrar dönüş yapmışlardır. (Dikkat! Rafa kaldırılmıştır dedik, yok edilmiştir demedik Çünkü fıtrat yok edilemez.)

Tarihin bu cedel(ci) insan tipini sahabe kendi döneminde kırmışsa da insanla özdeş olan bu sıfat, gerçek vahiy ruhuna vakıf olmayan insanlarda yeniden nüksetmiştir. Nükseden bu hastalığın asrımızın Müslümanlarında aynı terbiye usulüy­le yeniden tedavi edilmesi kaçınılmaz ve ertelenemez bir durumdur.

Evet!

İnsan "eşref-i mahlukat"tır.

Ve yine insan "esfel-i safilin"dir.

Kuran, insanı bu iki zıt yönde (çamur-ruh) "gidip/gelen" olarak gösterir. Tarih de zaten bu insan tiplerinin aynası değil midir?

Allah'ın pratik hedefler güden ve sürekli insanı amele, tatmaya, yaşamaya ve bu yolla bilmeye/tanımaya (çünkü tatmayan bilmez, ki ilimde kesinlik derecesinin en üst düzeyi bu kelam-ı hakiki ile ifade edilir), amel için düşünmeye sevk eden vahyi (örneğin Asır suresi) karşısında, insan hep cedel(ci)olmuştur. Lüzumsuz tar­tışmalara girmiş, gündemi (özellikle Allah'ın gündemini) yakalayamamış; üstelik saptırmaya, yontmaya kalkmıştır. Bakara suresinde inek kesmekle emredilen İsrailoğullarının bu emir karşısındaki tavırları, Allah'ın çok güzel bir meselidir.

Cedel(ci)özelliğimizi sürekli hatırda tutup buna yakalanmamak ve vahiy karşı­sında tartışmaya değil emri almaya-anlamaya-uygulamaya hazır olan asker gibi bizden öncekilerin (peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin, salihlerin [Nisa, 69]) gelip geçtiği bizim de gelip geçecek olduğumuz (şahid/şehid veya meyyit olarak) tarih kervanının bu muazzam akışında yerimizi almak zorundayız. Müslüman ol­mamız bunu zaruri kılmaktadır.

"Siz, bu gününüzle karşılaşmayı nasıl unuttunuzsa biz de bugün sizi unuttuk

 

Yeriniz ateştir. Hiçbir yardımcınız da yoktur."(Allah cc)

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ