KUR'AN'A HAKKA'L-YAKİN İMAN ETMEK (yahut HAKİKATİN KEŞFİ) - rahle.org

KUR'AN'A HAKKA'L-YAKİN İMAN ETMEK (yahut HAKİKATİN KEŞFİ) - rahle.org

KUR'AN'A HAKKA'L-YAKİN İMAN ETMEK (yahut HAKİKATİN KEŞFİ)


Facebookta Paylaş
Tweetle

Ahmet Faruk NAKIŞÇI

 

Uzakta duman görüp ateşin varlığını bilmek,
Gidip ateşi görmek, 
Ateşin içine eli sokmak ve ateşi hissetmek...

Çevrede ölen insanların varlığından hareketle ölümü bilmek,
Ölüm meleğini görmek, 
Canın çıkmasıyla ölüm olayının içinde olmak, ölümü tatmak...

Cennet ve cehennemi bilmek,
Cennet ve cehennemi görmek,
Cennet ve cehenneme girmek...

Hayatın gerçeklerinden olan bu üçlü tasnif ilmin derecelerindendir ve Kur'an diliyle birinciler "ilme'l-yakin", ikinciler "ayne'l-yakin", üçüncüler ise "hakka'l-yakin" olarak ifade edilir. (1)

Yakin kelimesi, görüldüğü üzere merkezi bir anlam taşıyor ve "ilmen, aynen, hakken" şeklinde üç derecede ifadesini buluyor.

Rağıb el-İsfehani, "yakin"in marifet, dirayet vb. kavramların da üstünde ilmin bir sıfatı olduğunu söyleyerek; yakini, hükmün (kararın) sabitliğinde fehmin (anlayış ve kavrayışın) sükûneti (oturmuşluğu, kuşatmışlığı) olarak tarif eder. (2) 

Yakin kelimesinin ilim ve edebiyat ıstılahında kıymeti çok büyüktür. Bütün ilim ve fende aranan gaye, bu yakine ermektir.

Gerçeğe uygun ve herhangi bir şüphe ile ortadan kalkmayacak şekilde şek ve şüpheden uzak olan sabit ve kesin bir inanıştır, yakin. Şüphe karışmayan ilim, bozulması ihtimali olmayan ilimdir.
"Yakin"de istenilen şey, gerçeklik ve şüphesizliktir. Fakat bu olayın zaruri olması değil, ancak vaki olması şarttır. Şu halde görülenler, tecrübe edilenler tevatürle nakledilenler ve doğru delil getirmeler de yakin (kesinlik) ifade ederler. (3)

Kelamcıların ıstılahında yakin, "vakıa mutabık olmak şartıyla sabit ve kesin itikat" diye tarif edilir. Bu tarifte geçen "vakıa mutabık"kaydıyla cehalet, "sabit" kaydıyla mukallidin itikadı, "kesin" kaydıyla zan ve "itikat" kaydıyla da şek-şüphe hariç kalır. (4)

İlme'l-yakin; akıl ve naklin, yani nazar ve haberin ifade ettiği ilimdir. İkisi arasında çelişki yoktur. Var gibi görülürse ya akıl sağlıklı değildir ya da nakil sağlam değildir.

Ayne'l-yakin; sağlam duyu organlarıyla gözlem ve tecrübenin bildirdiği bilgilerdir. Bu, ilme'l-yakin'den daha yüksektir. Çünkü görülen ve hissedilen şey; kişiyi, verilen bir haberden daha çok inandırır ve kalbi mutmain eder.

"Leyse'l-haberu, ke'l-ıyan" (Haber, görme gibi değildir.) sözü bu hususta meşhurdur. İşte bunun içindir ki İbrahim (as) ilme'l-yakinle yetinmeyerek ayne'l-yakin mertebesine ulaşmayı istemiştir.

"- Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster.
- İnanmadın mı ?
- Evet, inandım! Fakat kalbimin mutmain olması için." (el-Bakara, 2/260)
Hakka'l-yakin; iç duyu ile kalp ile sezilip, bizzat duyulan ve gözle müşahede olunarak bizzat yaşamak suretiyle hâsıl olan bilgidir.
Bu hal, yakin derecelerinin en üstünüdür. 

Bir şeyin mahiyyet ve hakikati, ancak ilmin üçüncü derecesiyle gerçek olarak bilinebilir. Bunun içindir ki "Men lem yezuk, lem ya'rif" (Tatmayan bilmez.) denmiştir. Çünkü bu mertebede bilinen şeyler, söz ile tam manasıyla ifade olunamaz. (5)

Hakka'l-yakin, ilim ve gözlemden geçerek fiili olarak tahakkuk edip yaşanan hakikat demektir. Ayrıca denilmiştir ki; hakka'l-yakin, kulun hakta yok olması ve onunla yalnız ilmen değil, hem ilim olarak, hem müşahede ile hem hal olarak baki olmasıdır. (6)

"Hayır, (gerçeği) ilme'l-yakin bilseydiniz, mutlaka cehennemi görürdünüz (onun varlığını gözle görmüş gibi olurdunuz). Sonra onu zaten ayne'l-yakin göreceksiniz." (et-Tekasür, 102/5-7)
Yakin sahibi olmak: görünenden görünmeyene inip, ayetten ayetin işaret ettiğine yolculuk etmek, varmaktır. Önce görünmeyen hakikat, hiçbir şüpheye yer kalmayacak şekilde bilinir. Bu, ilme'l-yakindir. Bir şeyin bilgisine sahip olmak kendisine sahip olmak demek değildir. Bizzat müşahede etmek gerekir. Hatta onu yaşamak... Cennete veya cehenneme girileceğini biliriz fakat görür gibi bilmek daha farklıdır. Daha da ötesi, içindeymiş gibi olmak, bunu hissetmek ise gerçek bilginin ta kendisidir.

Dünyadayken ilme'l-yakin bilenlerin, bu bilgisiyle, ayne'l-yakin görmesi arasında fark yoktur. Bu sebeple Hz. Ali "Perdeler açılsa yakinim artmaz."demiştir. Çünkü onun ilme'l-yakini, ayne'l-yakin mertebesine ulaşmıştı. Fakat gerçeği ilme'l-yakin bilmeyenler öldüklerinde onu ayne'l-yakin göreceklerdir.

"Ama yalanlayıcı sapıklardan ise, kaynar sudan bir ziyafet ve cehenneme atılma var. Hakka'l-yakin budur işte."(el-Vakıa, 56/92-95)

Hakka'l yakin odur işte. Yani bizzat tatma, içinde olma...
Dünyadayken nefislerinde ölüp ruhlarında dirilenler, yani "ölmeden önce ölenler" için gerçeğe ulaşmada ölmek, cennet ve cehennemi görmek şart değildir; çünkü onlar yakin sahibidirler; bilgileri kişilikleriyle birleşmiş "bilen-bilinen-bilme" hep birbiri içinde erimiştir.

Çünkü bakışa ulaşan kulak vermez habere ve bakılması gerekene ulaşan aldırmaz bakışa. Şöyle de ifade edebiliriz: Ayne'l-yakine ulaşan kulak vermez ilme'l-yakine ve hakka'l-yakine ulaşan aldırmaz ayne'l-yakine.

Bütün bu açıklamaların ışığında KUR'AN, HAKKA'L-YAKİNDİR. Bu ifade Kur'an-Kerim'de sadece ve sadece tek bir yerde geçmektedir: 
"Muhakkak ki o (Kur'an), hakka'l-yakindir." (el-Hakka, 69/51)

Bizler, Kur'an'ı okuyoruz ve içindekileri biliyoruz. Ayne'l-yakin müşahede edemiyoruz ve hakka'l-yakin hissedemiyoruz. Hâlbuki o, Allah'ın bize bildirmesiyle hakka'l-yakindir. Kur'an'ın kendisi hakka'l-yakin olmasına rağmen bizler o merhaleye ulaşabilmiş değiliz. Çünkü onun hakka'l-yakinliğinden gafiliz.
"Sabrettiklerinde onların içinde, buyruğumuzla doğru yola ileten önderler yetiştirmiştik. Zaten onlar ayetlerimize karşı yakin içindeydiler." (es-Secde, 32/24)

Kur'an'ın ayetlerine karşı hakka'l-yakin içinde olmak...
Hakka suresi özelinde ve Kur'an bütününde hakka'l-yakin oluşu değerlendirmemiz gerekir. Kur'an'ın bütünü içinde hakka'l-yakin oluşundan istifade etmeliyiz.

Surede kesin gerçekleşecek olanın muğlaklığıyla giriş yapılır. O, öyle dehşetli bir trajedidir ki onun şiddet ve büyüklüğü yaratıklardan birinin kavrayış ve zekâsıyla, tahmin ve takdir ile bilinemez. Onun ne olduğu fiilen meydana gelince anlaşılır. İşte, yakin içinde olanlar için Kur'an burada hakka'l-yakinliğini sergiler. Meydana gelmesi öteden beri dillere destan olmuş, geçmiş olayların canlı bir şekilde gözler önüne serilmesiyle gelecekteki tehlikeler bir dereceye kadar sezdirilir. Kur'an, Semud ve Ad kavimlerinin başına gelen dehşet dolu dakikaları, korkuları, titreyişleri, kaçışları, bağırış-çağırışları canlı canlı, insanı içine çekerek, bizzat ona yaşatarak aktarır. Daha sonra, insanı kıyamete, oradan mahşer yerine, oradan da cennet ve cehenneme sokar. Oralarda gezdirir. Çünkü o, hakka'l-yakindir. En gerçek bilgiyi aktaran tek otoritedir. Cennet, cehennem ve diğer ahiret merhaleleri hakkında sadece (ilme'l-yakin) bilgi vermez, sadece (ayne'l-yakin) göstermez; ama içine sokar, yaşatır, tattırır,nihai bilgiye, gerçeğin gerçeğine (hakka'l-yakin)e götürür.

Onun hakka'l-yakin oluşundan gaflette olanlar da sadece onu okurlar ve bilgi sahibi olurlar. Kur'an'ın ellerinden tutup, kendilerini daha dünyadayken ahiret yolculuğuna çıkarma zevkini tadamazlar. Tadanların halini ve kalini (sözünü) de anlayamazlar. Çünkü tatmayan bilmez. Bal yememiş birisine bal, kör olan birisine kırmızı renk nasıl anlatılır ki?

Müminleri, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen, harekete geçen, kıpır kıpır kıpırdayan kişiler olarak tanıtan Kur'an'ın bu ve benzeri ifadelerini anlamak için onunla aynı frekansta yani hakka'l-yakin frekansında buluşmak gerekir.

O, bizatihi hakka'l-yakindir. Bir iklim, bir atmosferdir. Ötelerden havaların, kokuların olduğu bir bahçedir. Mesele oraya girebilmekte. Bütün uğraşılar o atmosfere girmek gayesine yönelik olmalı. 

Aya gitmek için müthiş çaba gösteren insanoğlunun Kur'an gezegenine gitmek için kolunu kıpırdatmaması sadece dilini kıpırdatması ne hazin bir tablodur.
"O kavmi orada, içi boş hurma kütükleri gibi serilmiş görürsün." (69/7)dendiğinde gerçekten görebiliyor muyuz o kavmi ve bu dehşet manzarasını? Çünkü ayette görürsün, diyor. Eğer Kur'an görürsün diyorsa görürüz, görmeliyiz. 

Gidip yüzüstü düşmüş o adamları, sırtüstü çevirip yüzlerindeki acının ve azabın izlerini okuyabiliyor muyuz? Dokunabiliyor muyuz o cesetlere? Soğuk cesetlerinde parmaklarımız o soğukluğu hissedebiliyor mu?

"Sular kabarınca biz sizi, akıp giden gemide taşıdık." ifadesini okuduğumuzda, hakka'l-yakinin bu sözüyle hemen gemiyi ve altımızdaki çılgınca coşan suları görebildik mi? Boğulmaktan kurtuluşun lezzetini tattık mı?

Kızıldeniz yarıldığında Hz. Musa ile beraber o yarıktan geçerken dağ gibi iki yana dikilmiş dalgaların heybetinden gözlerimiz şaşkına döndü mü? Allah’u Ekber deyip Allah'ın kudretini bütün hücrelerimizde hissettik mi? Evet, hakka'l-yakin olan Kur'an ifadelerinde gözlerimiz gezinirken kalplerimiz bu duyguları tattı mı, oralarda yaşadı mı? Şayet böyle olmuyorsa, biz, Kur'an'ı hakkını vererek mi okumuş oluyoruz?

Tevhit mücadelesinde destan yazan peygamberler ve bilhassa Mekke'de, Taif'te, Uhud'da dağ gibi sarsılmaz tavrı ve sabrı ile Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin hareketlerini, hep hakka'l-yakinin mutmainliği içindeki o insanın, basiretli ve dirençli davranışları olarak görüyoruz. O, Kur'an'a inanıyor, hakka'l-yakinin sözlerini ve direktiflerini, telkinlerini hakka'l-yakin yaşıyor ve gelecekte bekleyen tehlikeye karşı, o tehlikeyi (ahiret gününde din gününün sahibinin herkesi hesaba çekeceği o muhteşem görünüşlü mahşer meydanını) bizzat müşahede edip o anı ve mekanı yaşadığı için ısrarla onları inzar ve ikaz ediyordu. Bunu ancak oraları gezip gören, yaşayan, hisseden yapabilir. Onun yaşadığı miracı yaşamadan bizler aynı olgunluğu ve davranış tarzını ortaya koyamayız. Çağımız Müslümanları da Kur'an'a olan imanlarını yeniden gözden geçirerek bu eşsiz hazineye bir an önce sahip olmalıdırlar.

Müslüman, vücudunda bir kıyamet taşıyan, ötenin sarsıntısını duymamış kişilere bir kıyamet aşılayan ve onları en şiddetli bir kıyametle sarsan bir kıyamet adamıdır.

Kur'an bin dört yüz küsur yıl önce ilk sarsıntısını gerçekleştirmişti. Kur'an yine aynı Kur'an. Onda bir değişiklik, bozukluk yok. 

Öyleyse HAKKA'L-YAKİN (KUR'AN) için adımlarımız ve kalp atışlarımız hızlanmalı, kıpırdanmalar başlamalı.

Vahiy, Kadir gecesinde gökyüzünden yeryüzüne Kur'an olarak indirildi ve miraç gecesinde de yeryüzünden gökyüzüne Hz. Muhammed (sav) olarak yükseltildi. Hz. Muhammed (sav) yürüyen bir Kur'an'dı. Kur'an'ın hakikatine nüfuz edebilmişti. 
"Onun (Resulüllah'ın) ahlakı Kur'an (hakka'l-yakin) idi."
"O Kur'an, hakka'l-yakindir." (el-Hakka, 69/51)

Dipnotlar:
1. 102/5, 7, 6; 56/95; 69/51
2. Rağıb el-İsfehani, Müfredat, Yakin mad.
3. Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, Bakara 4'ün tefsiri
4. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi Giriş, s. 73-74
5. İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlmi Kelam, s. 68
6. Elmalılı, age. Vakıa 95'in tefsiri 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ