YABANCILAŞMA - rahle.org

YABANCILAŞMA - rahle.org

YABANCILAŞMA


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

 
Tevfik UĞUR tarafından yazıldı.

Kötü olan şey ahireti tamamen unutarak dünyayı amaç edinmek, mananın değerine gerekli ehemmiyeti göstermeden, maddileşmek ve benliğe yabancılaşarak şeytana çarpılmak ve tabir yerindeyse Allah'ın ruhunu benlikten sıyırarak tamamen çamurlaşmaktır. Dolayısıyla konu, dünyevileşmek için değişmek değil, değişmek ve özbilince yabancılaşmak yani Allah'tan uzaklaşmak için dünyevileşmektir. Çünkü bu dünyada, dünyaya yönelirken aynı zamanda Allah'a yönelmek sıkıntılı ve insanı yalnızlaştıran bir amel olduğu kadar insanı sürekli ikilemde bırakan bir davranıştır da Şerri şiddetle istemek ve günahı, tevbe etmeyi düşünmeden sürdürmeye çalışmak, Allah'tan uzaklaşma ve fıtratı değiştirmeye çalışma isteğiyle doğru orantılıdır Daha iyisi ya da daha kötüsü yokken değişimin zorunluluğundan bahsedenler insanın durağan ve statik bir varlık olmadığını iddia ederek işi meşrulaştırmaya çalışırlar. Benliğine yabancılaşan insan ise kolay bir şekilde her ortam ve mekana uyum sağlayabiliyor, ortamın davranışına göre ilkelerini değiştirebiliyor Kötü olan şey ahireti tamamen unutarak dünyayı amaç edinmek, mananın değerine gerekli ehemmiyeti göstermeden, maddileşmek ve benliğe yabancılaşarak şeytana çarpılmak ve tabir yerindeyse Allah'ın ruhunu benlikten sıyırarak tamamen çamurlaşmaktır. Dolayısıyla konu, dünyevileşmek için değişmek değil, değişmek ve özbilince yabancılaşmak yani Allah'tan uzaklaşmak için dünyevileşmektir. Çünkü bu dünyada, dünyaya yönelirken aynı zamanda Allah'a yönelmek sıkıntılı ve insanı yalnızlaştıran bir amel olduğu kadar insanı sürekli ikilemde bırakan bir davranıştır da Şerri şiddetle istemek ve günahı, tevbe etmeyi düşünmeden sürdürmeye çalışmak, Allah'tan uzaklaşma ve fıtratı değiştirmeye çalışma isteğiyle doğru orantılıdır Daha iyisi ya da daha kötüsü yokken değişimin zorunluluğundan bahsedenler insanın durağan ve statik bir varlık olmadığını iddia ederek işi meşrulaştırmaya çalışırlar. Benliğine yabancılaşan insan ise kolay bir şekilde her ortam ve mekana uyum sağlayabiliyor, ortamın davranışına göre ilkelerini değiştirebiliyor


 

-Onları mutlaka saptıracağım, olmayacak kuruntulara boğacağım. Onlara emredeceğim; davarların kulaklarını yaracaklar putlar için nişanlayacaklar-. Yine emredeceğim; Allah'ın yaratışını değiştirecekler. Allah'ı bırakıp şeytanı dost edinen kimse; şüphesiz açıktan açığa kayba uğramıştır.(1)-

Yasak meyveden yiyerek Allah'ın emrinden fıtratından- ve cennetten uzaklaşan ve özbenliğini tekrar hatırlaması için yeryüzüne indirilen insanın serüveni benliğini unutmasıyla başlamıştı. İlk yeri cennet olan insanın, ilk günahıyla kendini cennetten yani asli yerinden uzaklaştırması üzerine Yüce Allah onu kıyamete dek imtihana tabi tutacak ve dünyada kendini kaybetmeyip ilk yerini hatırlayan yani Allah'ın fıtratına riayet ederek cennete kendi seçimiyle yaklaşan insanı yine cennetine sokacaktır. İlk insan, seçimini günah işleme(2) yönünde yaparak, olması gerektiği yeri reddetmiş ve ona yabancılaşmışsa yani insanın kişiliğini konu edinen ve karakterini inşa eden  her seçimde bir reddetme eylemi varsa, bu reddetme eylemi seçilmeyen herşeyi kapsar. İnsan genel olarak seçimden değil de sadece kötü seçimden sorgulanacağına ve ceza göreceğine göre, doğru seçim sorgulanmayan ve olması gereken bir seçimdir.  Çünkü normal olan ve Allah katında değer ifade eden amel ya da hayatı yaşama şekli, Allah'ın yaratış ahlakını koruyup, bu ahlakı bozmadan olduğu gibi ölüm anında Allah'a teslim etmektir. Yani bir anlamda Allah'ın insan için seçtiği yolu veya fıtratı değiştirmeden yani başka bir seçimde bulunmadan yaşayabilmektir. Bu bağlamda Allah, adil ve fıtratı koruyan insanları değil, zalim ve fıtratını bozanları sorguya çekecektir.

Yeryüzüne ve yabancı(3) bir diyara indirilen insan başıboş bırakılmamış ve yalnız başına terk edilmemiştir. Varoluşçuluğun aksine insan cennetten kovulmamış ve dünyaya fırlatılmamıştır. Ya da yeryüzünde varolmaya başlarken önüne hiçbir seçenek sunulmadan veya bu seçeneklerin değeri ona bildirilmeden kendisinden bir seçimde bulunması istenmemiştir. Allah'ın gazap ettiği bir varlık olarak mana aleminden madde alemine sürülmemiştir. Çünkü ilk insan olan Hz. Adem bile Allah'tan aldığı ilhamlar ve yine O'ndan öğrendiği kelimelerle(4) Allah'a tevbe etmiştir. Allah unutulmamak ister, şeytan ise unutturmak. Unutturulmaya çalışılan şeyler ise insanda bilfiil olarak onda vardır, yaradılışından dolayı kendisinde potansiyel olarak mevcuttur. Yasak meyve yenilirken özbenlik kaybedilmiş, Allah unutulmuş ve cennette yabancı bir duruma gelinmişti. Bu konu ile ilgili ayetlere baktığımızda öncelikle Allah'ın Hz. Adem ve eşi için ağaca yaklaşmamaları -meyvesinden yememelerinden ziyade- doğrultusunda bir seçim yaptığını, cennetten çıkmanın ise ağaca yaklaşma konusunda tembih ve vaatlerde bulunan şeytanın vasıtasıyla gerçekleştiğini görmekteyiz(5).  Dolayısıyla Allah'ın seçimine rağmen başka bir seçimde bulunmak anormal bir sapma olup unutulmaması gereken ve unutulması normal olmayan bir emri ya da o emrin şekillendirdiği benliği unutmaktır. Burada dikkate değer en önemli konu, insanı benliğine yabancılaştıran şeyin günah eyleminden önce günah işlemeyi seçmek veya günaha niyet etmektir. Yani Hz. Adem ağaca yaklaşmaya niyet ettiği an Allah'ın emrini unutmuş, ağaca yaklaşıp emri çiğnedikten sonra hakikati görmüş(6) ve Allah'ın emrini hatırlamıştı. Bir başka deyişle günah eylemi, fıtrata meyilli insanlar için bir anlamda Allah'ı şiddetli bir şekilde hatırlamak amacıyla kullanılan araca dönüşmektedir. Kötülüğe niyet etmek ya da Allah'ın herhangi bir yasağını çiğnemeyi işlemeye karar vermek kişiye kısa süreliğine Allah'ı unuttururken bu niyetin amele dönüşmesi iyi ve adil insanlar için Allah'ı ya da tevbenin gerekliliğini hatırlamayı(7) sağlarken kötü ve nefsine zulmetmeye devam etmek isteyen insan içinse  Allah'ı ciddi bir şekilde unutturmaya yani benliğine tamamen yabancılaşmasına yol açmaktır.

Allah'ın ahlakının, kötülüğe henüz meyletmeyen bütün insanların ruhunda kendiliğinden ve zorunlu olarak var olması, insandan önce Allah'ın her insan için seçim yaptığını ve onu en başta doğru yola sevk ettiğini görmekteyiz. İnsan seçme iradesine rağmen dünyada daha ilk anında yalnız bırakılmamış ve kaderine terk edilmemiştir. Allah seçme özgürlüğüne sahip olan varlıkların cennette bile kendi emrini unutabileceklerini mutlak olarak bilmiş ve bu yönde ağaca yaklaşmamaları konusunda onları ikaz ederken, onların dünyada kendi özgürlükleriyle baş başa yapayalnız kalmalarına nasıl göz yumar? Oysa O, tastamam doğru yolu onlara gösterdiği halde onların kendi dininden başka bir din seçmelerini kabul etmezken bile göklerde ve yerde olan her ne varsa ister istemez kendisine teslim olduğunu ve O'na döndürüldüğünü hatırlatmaktadır(8). İnsanların yanlış seçimde bulunduktan sonra kendisine tevbe edip tevbeleri kabul etmek isterken, insan üzerindeki yükü hilafetin sorumluluğunu- hafifletmek, güçlük çıkarmak istemez. Onları tertemiz kılmak ve onlara ihsan ettiği nimeti tamamlamak ister(9). Bütün insanları kendi fıtratı üzerinde yaratır ve bu fıtratın yoğurduğu  özbenliklerini kaybetmeden yani benliklerine yabancılaşmadan birer muvahhid olarak kendi dinine yüzlerini çevirmelerini ister(10). İşte insan Allah'ın kendisi için seçtiği apaçık ve dosdoğru yol yerine seçimde bulunarak fıtratından uzaklaşmaya ve benliğine yabancılaşmaya başlar. Şüphesiz yabancılaşmanın ilk adımı seçimde bulunmak yani benlikte var olan fıtratın yerine başka bir kişilik seçmek, benliğe dışardan başka bir şey giydirmek, onu başkalaştırmak, fıtrattan uzaklaştırmak, aslına yabancılaştırmak ve tabiri caizse şeytana ilk defa çarpılmaktır.

Temel olarak özbilinçsiz insan manasına gelen ve Türkçe'de yabancılaşma anlamında kullanılan alinasyon, aliéner (aline) kökünden gelip sözlükte- insana bir cinin hulul etmesi demektir. Arapça ve Farsça'da kullanılan mecnun ve divane de bu anlamdadır. Kısaca cin ya da şeytanın, insanın iradesine hakim olup onun özbenliğinin yerine geçmesi ve özünü değiştirmesidir. Şüphesiz burada fiziksel ya da maddi anlamda bir hulül -yerine geçme-den bahsetmiyoruz(11). İnsanın kendi özünü şeytana uyarak daha doğrusu Allah'ın emir ve yasaklarını terk ederek değiştirmesinden söz ediyoruz. Örneğin Allah'ın buyurduğu gibi faiz yiyenlerin şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkmalarından sözediyoruz(12). Allah'ın kendileri için seçtiği en güzel yolu ve en güzel yaradılışı terk ederek maddileşen, dünyevileşen ve dünyayı asli vatana çevirerek doğru yol üzerinde iken şaşkın şaşkın etrafına bakınarak ısrarla başka yollar arayan bedbahtların trajikomik ve içler acısı ruh dünyalarını ve geçirmekte oldukları başkalaşım halini resmetmeye çalışıyoruz. Onlar ki büyüye tutulmuş gibi maddeye tutulurken Rablerini unutmuş, hak yoldan sapıp kötü arzuların esiri olmuşken fıtratını korumaya çalışanların da yoldan çıkmasını istemektedirler. Şüphesiz onları değiştiren ve kendi özlerine yabancılaştıran şey, maddenin kendisi olmaktan ziyade onların madde uğruna seçim yapmalarıdır. Daha doğrusu dünya yaşantısının zevkleri uğruna değişme arzularıdır. Burada hayatın doyumsuz tatlarının hazzına varabilmek için kendi benliğini değiştirmeye çabalamak vardır. Asıl amaçları değişmektir, dünya ve içindekiler de bu amaca hizmet eden birer araç olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla konu, dünyevileşmek için değişmek değil, değişmek ve özbilince yabancılaşmak yani Allah'tan uzaklaşmak için dünyevileşmektir. Çünkü bu dünyada, dünyaya yönelirken aynı zamanda Allah'a yönelmek sıkıntılı ve insanı yalnızlaştıran bir amel olduğu kadar insanı sürekli ikilemde bırakan bir davranıştır da!.

İnsan neden önündekini kıyamet ya da ölüm- yalanlamak ve günah işlemeye devam etmek ister(13)?. Ya da insan hayrı istiyormuşçasına şerri neden ister(14)? Günah işlemeye meyilli olduğundan ya da günah işledikten sonra tevbe etmeye istekli olduğundan mı? Hayır, bu söz konusu bile olamaz çünkü insan Allah'a yönelmiş bir varlık şeklinde yaratılmıştır ve yine onun tevbe etmeye istekli olabilmesi için seçimde bulunmaması yani Allah'a yönelmiş bir varlık olarak kalmaya devam etmeyi seçmesi gerekir. Çünkü Allah'ın her yasağı çiğnenirken, insan belli bir oranda fıtrattan uzaklaşır ve bu yasağı çiğnemenin günahı oranında yaradılışına yabancılaşır. Dolayısıyla şerri şiddetle istemek ve günahı, tevbe etmeyi düşünmeden sürdürmeye çalışmak, Allah'tan uzaklaşma ve fıtratı değiştirmeye çalışma isteğiyle doğru orantılıdır. Bu bağlamda dünyaya meyleden bir insan değişmek için dünyevileşmeyi araç olarak kullanır. Çünkü fıtrattan uzaklaşmadan, yaradılış ahlakını değiştirmeden ve öze yabancılaşmadan dünyanın tadına varmak, cennette olunduğu halde sıkıntı çekmek gibi çelişkili bir durumdur. Başka bir deyişle, bir oyun ve bir eğlenceden(15) ibaret olan dünya hayatının hazzına varabilmek için eğlenmek, dinden yani fıtrattan uzaklaşmak ve dini alaya alıp onunla eğlenmek gerekir. Kur'an, dinlerini oyun ve eğlence konusu edinenleri, dünya hayatının aldattığı kimseler olarak tanımlar(16). Yani burada dünya hayatında eğlenmek demek dünya hayatını fıtrat üzerinde yaşamak ve ona hakim olmaktan ziyade, dünya hayatı tarafından aldatılmak ve ona mahkum olmaktır. Oysa biz biliyoruz ki gök, yer ve ikisi arasında bulunanlar, oyuncular yani işin eğlencesi olarak yaratılmamıştır ki Allah eğer eğlence edinmek isteseydi onu kendi katından edinirdi ve bu konuda hiçbir şeye ihtiyacı da olmazdı(17). Demek ki Allah katında insanların dünya hayatı, mutlak anlamda kötü, bir eğlence ve oyun değildir. Ama Allah katında kötü olan şey dünyevileşmek, ahireti tamamen unutarak dünyayı amaç edinmek, mananın değerine gerekli ehemmiyeti göstermeden, maddileşmek ve benliğe yani ilk öze yabancılaşarak şeytana çarpılmak ve tabir yerindeyse Allah'ın ruhunu benlikten sıyırarak tamamen çamurlaşmaktır. Bütün bunların özünde ise değişim vardır.

Değişimi olumlu anlamda değerlendirebilmek için değiştirilen şeyin kötü olması gerekir. İyiliğin ve kötülüğün ötesinde başka bir şey olmadığına göre(18) değişen ya daha iyisiyle değiştirilir ya da daha kötüsüyle, üçüncü bir şık da olabilir pekala; değişmek için değişmek. Daha iyisi ya da daha kötüsü yokken değişimin zorunluluğundan bahsedenler insanın durağan ve statik bir varlık olmadığını iddia ederek işi meşrulaştırmaya çalışırlar. Öyle ki bu meşrulaştırma işi Kur'an'a bile dayandırılarak Allah'ın sürekli bir yaratma halinde olduğu, kainatın sürekli bir deveran halinde olup dinamik bir durumda olduğu ve Allah sürekli bir yaratılış üzerindeyse ortada dinamik ve sürekli bir değişim olgusunun varlığı iddia edilir. Evet Yüce Rabbimiz sürekli bir yaratma halindedir, çünkü göklerde ve yerde olan benliğini kaybetmiş insanlar dışında-herkes(19) O'ndan ister ve O bu istekleri karşılıksız bırakmaz yani yaratır. Etrafımızı nereye çevirirsek Allah'ın varlığını, hayata müdahalesini ve yaratış anını duyumsayabiliyoruz. Yeni doğan her bebekte, toprağı yaran her tohumda, filizlenen her çiçekte, olgunlaşan her meyvede, yenilenen her hücrede, tomurcuklanan her yaprakta, her an nice doğumların yaşandığı okyanus dipleri ve toprak altında. Evet Allah her an yok etmekte ve yaratmaktadır. Ama daha iyiyi yaratmak için mi yok ediyor yoksa ilerde yok etmemek için mi daha iyiyi yaratıyor; "Öyle ise sen yüzünü muvahhid olarak dine, Allah'ın fıtratına çevir ki Allah insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışında bir değişme yoktur." (20) ve diğer ayetlerde dile getirilen "değişmezlik ilkesi" Allah'ın yaradılış ahlakında ve varlıkları yaratma sanatında iyi ya da kötü yönde herhangi bir değişiklik olmadığını belirtmez mi?! Yoksa biz burada değişim derken insanın büyüyüp olgunlaşmadığını,  tabiatın zamana bağlı olarak yıpranıp aşınmadığını, evrenin zamanla genişlemediğini iddia ediyor değiliz. Allah'ın yaratma sanatında var olan tekrarın bir oyun ve eğlenceden ibaret olmadığını da dile getirmeye çalışmadık. Ama söylediğimiz şu; dağ, aşınsa da, çatlasa da patlasa da, okyanus buharlaşsa da, asırlık çınarlar eğilip bükülse de özlerinde bir değişiklik olmamaktır ve zamanın ilerleyişi onları Allah'ı anmaktan alıkoymamaktadır. Yüce Allah da bütün varlıkları sürekli olarak aynı ahlak üzerinde yaratmaktadır. Öyleyse insandaki değişimin temelinde ne yatmaktadır? İnsan dışındaki varlıklar her ortam ve zamanda hiçbir değişikliğe uğramadan istese de istemese de Allah'ı anmak ve O'nu tesbih etmek zorunda kalırken, o neden değişmektedir?. Şüphesiz seçim yapabildiğinden yani istemese Allah'ı anma gibi bir zorunluluğu bulunmadığından dolayı. İşte bu seçme özgürlüğü sonuçta değişmek için insanı dünyevileştiriyor ve onu Allah'ın fıtratından uzaklaştırarak özbenliğine karşı yabancılaştırıyor. Benliğine yabancılaşan insan ise kolay bir şekilde her ortam ve mekana uyum sağlayabiliyor, ortamın davranışına göre ilkelerini değiştirebiliyor. Sonuçta dünyevileşmek, dünya hayatının her anını eğlenceye dönüştürüyor çünkü ortada herhangi bir kurala uyma zorunluluğu  yoktur- ve her an-mekana kolay bir şekilde uyum sağlamasını kolaylaştırıyor.

Dünyevileşmek ya da yanlış kullanımıyla konformizm, geçmişe ait ne varsa insanın benliğinden silip atan, yaşam anlayışını ve davranış tarzını zamanın ve mekanın şartlarına göre şekillendiren, inanç ve düşünceleri anın akışı ve coğrafyanın yer değiştirmesine göre belirleyen bir yapıya sahiptir. Aslında doğru anlamıyla konformizm, geleneklere ve törelere uymak yani bir anlamda geçmişi, şimdi ve gelecek için yaşatmaya çalışmaktır. Neredeyse 19. yüzyıla kadar İngiliz kilisesinin emir ve yasaklarına uygun yaşayan insanlar için kullanılan konformist sözcüğü, günümüzde genel çoğunluk tarafından doğru olarak kabul edilen, standart düşünen ve bu düşünce doğrultusunda tavır sergileyen insanlar için kullanılmaya başlandı. İlginçtir ki bu kavram da zamana ayak uydurarak din, töre ve gelenekleri bir kenara attı, anlamını uyma ve uymacılığa dönüştü(rdü). Dünyevileşmek de geçmişi cenneti- redderek âna dünya hayatına- uymak bakımından konformist bir harekettir. Herhangi bir durumda belirli bir kurala uymak demekse o ana kadar uyulan ve aynı duruma vurgu yapan önceki kuralları reddetmektir. İslam dininde önceden tesis edilmiş kural ve kaideler, doğru ve hak üzerinde inşa edildiğinden dolayı bu kuralları değiştiren, anlamını bozan ya da ortadan kaldıran her kural yanlış ve batıl üzeredir. Buradan çıkan tek sonuç, müslümanın değişim geçirmesinin hayra alamet olmadığı, değiştirilen şeyin hak, yerine ikame edilen şeyinse batıl olduğudur. Şüphesiz anı iyi (!) daha doğrusu zevkli ve eğlenceli yaşamak için  gidişata hangi yönde olursa olsun- uyarak kişiliğini değiştiren ve geçmişine yabancılaşan bazı Müslümanlar, ilk etapta Allah'ın dinini alaya almayacaklar ve onu eğlence konusu yapmayacaklardır. Ama onlar bir adım daha attıktan sonra çok geçmeden dünya hayatında eğlenmenin ve ona uymanın, aynı zamanda Allah'ın dinini oyun ve eğlence konusu yapmak anlamına geldiğini anlayacaklardır. Çünkü "eskilerin hikayesi" deyimi, şimdiye uyanların ve tabiri caizse hayatı dolu dolu (!) yaşayanların sloganıdır. Çünkü değişmek için dünyevileşmek ve dünyevileşmek için de geçmişi reddetmek ya da onu hafife almak şarttır. Yoksa ortada bir değişim olgusunun varlığı söz konusu olmaz. Kim bilir hem değişmeden hem de Allah'ın dinini hafife almadan ya da  dünya hayatını en iyi şekilde yaşarken Allah'ın dinini de en iyi şekilde yaşamaya çalıştığını iddia eden Müslümanlar da vardır. Evet bunlar, Allah'ın dinini en iyi şekilde yaşamak için dünya hayatını en iyi şekilde yaşamaya çalışıyorlarsa bir başka deyişle geçici zevkleri Allah'a ulaşmak için tatma çabasında iseler iddialarında haklılar. Fakat "ben hem zevk almak için dünya hayatını yaşarım hem de dinimi yaşarım" diyorlarsa kusura bakmasınlar ama şeytan onların ruhuna sirayet etmiş ve özbenliklerine hakim olmuştur. Çünkü dünya hayatının hiçbir gaye olmadan  eğlenceli bir şekilde yaşanıldığı bir ruhta Allah'ın fıtratının varlığından söz edilemez. Bir başka deyişle yüz aynı anda iki tarafa çevrilemez. Ya  bir muvahhid olarak Allah'ın dinine  yani O'nun insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevirmek ya da öze yabancılaşarak dünyaya çevirmek. Evet üçüncü yolda mümkün olabilir ama en nihayetinde bu yol yine ya Allah'ın fıtratına çıkar ya da dünyaya daha doğrususu şeytana; Allah'ın fıtratını daha iyi duyumsamak ve dinini daha iyi yaşayabilmek için dünyadan faydalanmak ya da dünyadan daha iyi faydalanmak için Allah'ın dinini bir araç olarak kullanmak ve şeytan tarafından çarpılmak !

Örneğin dinde iyi para vardır, makam vardır, mevki vardır, saygınlık vardır, ihtiram vardır, övgü ve imrenme vardır, "ne güzel insan, mal, mülk ve servetine rağmen hâlâ insanlara Allah'ın dinini anlatıyor ve tebliğ yapıyor" tebrikleri vardır! Ama işin sonunda bakıldığında şeytan vardır.  Fakat Kemalizm'in merkezinden bir müşrik olarak kalkıp Kemalistlerin meclisinden "Allah!" diye haykıran bir muvahhid olarak dönen Mehmet Pamak Müslümanları rahatsız etmektedir, çünkü şimdiye uymamaktadır, değişmemektedir ve bu yüzden  aşırıdır. Ya da Nureddin Şirin, Yahudiler Kudüs'ten defedilse de o değişmemek için kendine başka bir Kudüs aramayacaktır, sarma tütünü bırakıp adam(!) gibi bir sigara içecek kadar parası olmayacaktır, çünkü değişmeyecektir, bu yüzden aşırıdır. Makamı da yoktur mevkisi de, kimse de onlara imrenmemektedir, çünkü çok az kimse dünyasını dini için heba etmeye yanaşmaktır. Ama bu işin sonunda da Allah vardır!. Değişmemek bu yüzden konformistler ve dünyevileşenler  için aşırılıktır. Doğal olarak aşırılar kolay kolay çağa uyum sağlayıp değişmez, benliğine yabancılaşmaz. Daha doğrusu ancak benliğine yabancılaşmayanlar değişmezdirler, bu yüzden aşırıdırlar.

Evet sevgili MalcolmX, değişmiyoruz, bu yüzden aşırıyız çünkü halkımız ve ümmetimiz aşırı derecede zulüm altında!

 

 

 

 

 


Dipnotlar: (1) Nisa 119. İbni Abbas, İbni Ömer, Enes , İkrime ve Süddi gibi bazı muhaddis ve müfessirler ayetin özelde Allah'ın yarattıklarını fiziksel ve maddi olarak değiştirmeyi kastettiğini bildirmişlerdir. Öte yandan yine İbn-i Abbas'ın başka rivayetinde ve Mücahid, ikrime, Katade, Süddi, Dahhak ve Ata el-Horasani “Allah'ın yaratışını değiştirecekler” ayetinden Allah'ın dininin yani fıtratının kastedildiğini söylemişlerdir ki Allah'ın yaratma sanatını konu edinen bir çok ayet bu görüşün daha doğru olduğunu kuvvetlendirmektedir. (2) Kötülüğün ve asıl günahın, günah işlemekten ziyade hata edip ondan pişman olunmaması yani o günaha tevbe edilmemesiyse, peygamberlerin masum olması demek peygamberlerin herhangi bir konuda hata edip tevbe etmedikleri hiçbir günah yoktur demektir. Aksi takdirde Kuran'ı Kerim'de bahsedilen ve bazı peygamberler tarafından –Hz. Adem, Hz. Nuh, Hz. Musa, Hz. Yunus, Hz. Peygamber (a.s) – yapılan hataları hata olarak kabul etmememiz gerekir ki bu durumda da Kur'an'a muhalefet ederiz. Örneğin Hz. Nuh'un kafir olan oğlu hakkındaki “ey rabbim oğlumu affet o benim neslimdendir” duası peygamberler dahil bütün insanlar için bir hatadır. Ama peygamberler -eğer varsa- işledikleri hatanın akabinde hemen tevbe etmeleriyle, diğer insanlardan ayrılırlar. Özetle biz peygamberlerin hata işlememelerine değil, yaptıkları hatalara hemen tevbe edip günahlarının silindiğine ve ölüm anında günahsız olduklarına inanıyoruz. Yani peygamberlerin hatasız olduklarına değil, hatasız öldüklerine iman ediyoruz. (3) Şüphesiz bu yabancılık hissi sadece Hz. Adem ya da Havva anamız için değil, fıtrat üzerinde kalabilen büütn insanlarda mevcuttur. Benliğini tanıyan insan, asli vatanından uzak olan ve yalnızlık hissi içinde kavrulurken, benliğini kaybeden insan ise dünyayı öz vatanı olarak görerek mana alemine tamamen yabancılaşır. (4) Bakara 37 (5) Bakara 35,36 (6) Yasak ağacın bilinç ağacı olarak adlandırılması bu anlamdadır. Hz. Adem ve Hz. Havva meyveden yedikten sonra ayıp yerlerinin farkına varınca Allah'In emrini çiğnediklerini anlamışlar ve Allah'a tevbe ederek O'ndan bağışlanma dilemişlerdi. (7) Yine “eğer siz günah işlemezseniz, Allah sizi helak eder ve yerinize günah işleyip bir kavim getirir” mealindeki hadis de bu anlamdadır. (8) A-li İmran 83 (9) Nisa 27, 28. Maide 6 (10) Rum 30,31 (11) İnsanı benliğine yabancılaştıran bir çok sebep vardır. Örneğin şirk, hurafeler, aşk, makina ve teknoloji, mevki, aşırı zühd, bürokrasi ve en önemlisi para. Biz şu anda paranın ya da genel olarak dünyevileşmenin insanı benliğine nasıl yabancılaştırdığını irdeliyoruz (12) Bakara 275 (13) Kıyamet 5 (14) İsra 11 (15) Enam 32, Ankebut 64, Mu'min 39, Muhammed 36, Hadid 20, (16) Enam 70, Araf 31 (17) Enbiya 16,17-Duhan 38,. Rahmetli İmam Kurtubi bu ayetleri ne de güzel tefsir etmiş: "Biz, göklerle yeri ve aralarında olanları oynayalım diye yaratma­dık." Boşuna ve batıl yere yaratmadık. Aksine bunların her şeye gücü yeten, emrine uyulması gereken, kötülük işleyenin de, iyilikte bulunanın da yap­tığının karşılığını veren bir yaratıcısının olduğuna dikkat çekelim diye yarat­tık. Yani, Bizler gökleri ve yeri insanlar birbirlerine zulmetsin diye, onların bir bölümü küfre sapsın ve emrolunduklarına bazıları muhalefet etsin, son­ra da amellerinin karşılıkları verilmeksizin ölsünler, dünyada kendilerine hiç­bir iyilik emredilmesin; çirkin ve kötü olan hiçbir şey de kendilerine yasak­lanmasın diye yaratmış değiliz. İşte hikmetin zıttı olan ve hakim olan Allah hakkında söz konusu olmayan "oyun ve eğlence" budur.-Camiul Ahkamil Kuran, Kurtubi (18) Bay Nietzsche vardır belki. Kötülerin en iyisi olmaya çabalamıştır ama ne kadar iyi olmaya çalıştıysa da en fazla nötr olan birisi kadar iyi olabilir. (19) Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an yaratma halindedir-Rahman,29 (20) Rum 30,31

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ