Dünyevileşme"ye karşı "Takva" - rahle.org

Dünyevileşme"ye karşı "Takva" - rahle.org

Dünyevileşme"ye karşı "Takva"


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

 

Necmeddin Irmak tarafından yazıldı.

Müslümanların dünya tutkusu, meşruiyetini(!) ayet ve hadislerden de alarak sürekli derinleşmekte ve İsrail oğullarının buzağıya tutulmaları gibi bir hal arz etmektedir. O (a.s.) şöyle dua ederdi: "Allah'ım! Dünyayı en büyük düşüncemiz ve bilgimizin ulaştığı son nokta kılma" Bu süreçlerle birlikte karşımıza Allah'ın 'muttaki' diye tavsif ettiği tipin yerini 'dindar' diye tavsif olunan yeni bir tip aldı. İslam, dünyevileşme sapmasının karşısına takvayı koyar. Sırf okuması ve geleceğini kurtarması(!) adına başı açılarak, üstelik dün başörtüsü mücadelesi verenler tarafından üniversiteye gönderilen kız çocukları, bu gelecek korkusunun ürünüdür. Takvanın Müslüman'ın hayatında üstlendiği görev, karşılaştığı her çıkmazda ona çıkış yolunu göstermek ve onu hak ile batılı birbirinden ayıran Furkan vasfıyla bezenendir Müslümanların dünya tutkusu, meşruiyetini(!) ayet ve hadislerden de alarak sürekli derinleşmekte ve İsrail oğullarının buzağıya tutulmaları gibi bir hal arz etmektedir. O (a.s.) şöyle dua ederdi: "Allah'ım! Dünyayı en büyük düşüncemiz ve bilgimizin ulaştığı son nokta kılma" Bu süreçlerle birlikte karşımıza Allah'ın muttaki' diye tavsif ettiği tipin yerini dindar' diye tavsif olunan yeni bir tip aldı. İslam, dünyevileşme sapmasının karşısına takvayı koyar. Sırf okuması ve geleceğini kurtarması(!) adına başı açılarak, üstelik dün başörtüsü mücadelesi verenler tarafından üniversiteye gönderilen kız çocukları, bu gelecek korkusunun ürünüdür. Takvanın Müslüman'ın hayatında üstlendiği görev, karşılaştığı her çıkmazda ona çıkış yolunu göstermek ve onu hak ile batılı birbirinden ayıran Furkan vasfıyla bezenendir


 Giriş

Ahsen-i takvim' olarak yaratılan insanın esfel-i safilini' tercih etmesi anlamında dünyevileşme, Hz. Adem'in yeryüzüne indirilmesi ile başlayan maceramızın her safhasında yer alan bir temel imtihan vasfıdır. Dünyaya ait olanın tercihi diye de anlamlandırabiliriz. (1) Dünya ise kelime olarak denî olan, değersiz ve aşağı olandır. Allah'ın esfel-i safilin diye tanımlaması (2) dünya hayatının denî/aşağılığına matufendir.

Bir Müslüman olarak dünyevileşmenin ne olup ne olmadığını görebileceğimiz birincil kaynak hiç şüphesiz Kuran'dır. Kuran, bize dünyaya ait olanın, dünya hayatın mahiyetini açık bir dille ifade eder ve şöyle tanımlar:

"Dünya hayat, bir oyundan, bir oyalanmadan başka nedir ki?"(3)

"Bu dünya hayatın misali gökten indirdiğimiz su gibidir ki onu insanların ve hayvanların beslendiği yeryüzü bitkileri emer ta ki yeryüzü göz alıcı görkemine kavuşup süslenip bezendiği ve sakinleri onun üzerinde bütünüyle egemen olduklarına inandıkları zaman bir gece vakti yahut güpegündüz (kıskıvrak yakalayan) hükmümüz iner ona; ve böylece kökünden biçilmişe çeviririz, sanki dünde hiç yokmuş gibi" (4)

"Onlara dünya hayatın gökten indirdiğimiz suya benzediğini anlat: öyle ki, yerin bitkileri onu emerek (zengin bir çeşitlilik içinde boy verip) birbirine karışırlar; (ama bütün bu canlılık, çeşitlilik) sonunda rüzgârın sağa sola savurduğu çer çöpe döner"(5)

"İnsana kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş soylu atlar, hayvanlar ve ekinlere dönük aşırı sevgi/şehevi arzu, çekici kılındı. Bunlar dünya hayatın (geçici) birer faydasıdır. Hâlbuki varılacak yerin en güzeli O'nun katındadır." (6)

Dünyaya dair ne varsa hepsinin geçici olduğu, insanı oyalayıp aldatmaktan öte bir anlam ifade etmediği, bu dünyayı isteyenlerin büyük bir yanılgı ve aldanma içinde olduğu ama insanın yine de gözünün önünde, ellerinin arasında olmasından dolayı ona meylettiği, bütün bunlardan dolayı insanın çok cahil, çok zalim/kendine zulmeden, acele olanı (dünyayı) istediği için çok aceleci olduğu ve böylece kendine yazık ettiği temasını Kuranın hemen bütününde görürüz. Bu durum bir anlamda insanı yaratan Allah'ın insana kendisini tanıtmasıdır.

İnsanın Dünyevileşme Seyrinde Peygamberler:

Dünya hayatın bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğu hakikatini unutup gaflete düşen insan için Allah, murat ettiği her dönemde bir uyarıcı, bir peygamber göndermiş ve onların bu gafletten uyanmaları için hatırlatmalarda bulunmuştur. Bir bakıma peygamberlik, insanın dünyevileşme serüveninin önüne set çekme misyonudur.

Yeryüzüne indiriliş/dünyaya gönderiliş gayesini unutup dünya ve içindekileri kendine amaç edinen insanı bu derin yanılgı kuyusundan çekip çıkarmak için birbiri ardınca peygamberler gönderildi. Gönderilen her bir peygamber insanın dünyada var oluş sebebini onlara hatırlattı. Ancak pek azı peygamberlerin uzattığı ipe tutunup kuyudan çıktı. Onların da pek çoğu dünyevileşme yanılgısına tekrar bulaştı.

İnsanlığın bu kuyuya düşmesine engel teşkil edecek örneklikler yine peygamberlerin kendileriydi. Onlar sahip oldukları yakini iman ile dünyaya değil ahirete dönük bir hayatı tercih etmişlerdi. Allah'ın kendilerine olan onca ihsanına rağmen, dileseler dünyanın ayaklarını altına serileceğini bilmelerine rağmen bu tercihlerinden asla sapmamışlardı. Öyle ki kendisine kimsenin görmediği ve göremeyeceği bir saltanat verilen Süleyman (a.s.) bile bu verilenlerin ne anlama geldiğini gösterecek en güzel örnekliği sergiliyordu:

"Ve Biz Davud'a Süleyman'ı armağan ettik; o ne güzel bir kuldu, her zaman bize yönelirdi. Bir defasında akşama doğru soylu koşu atları önüne getirildiğinde ben güzel olan her şeyi severim çünkü Rabbimi bana hatırlatır' dedi. Atlar gözden kaybolunca onları bana getirin!' (diye emretti) ve bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı nitekim Biz Süleyman'ı imtihan etmiş ve tahtının üstüne bir ceset bırakmıştık. Bunun üzerine bize yönelmiş ve: Rabbim günahlarımı affet!' demişti."(7)

Seçilmiş bir peygamber olan Süleyman'ın (a.s.) gönlünün bütün bu nimetler içerisinde dünyaya meyletmemesi için Allah, onu imtihan ediyor ve dünyanın taht üzerinde bir ceset konumunda olduğunu hatırlatıyordu; dünya bütün güzelliği ve ihtişamına rağmen yok olup giden bir değer/sizliktir.

Peygamberler içinde özel bir yere sahip olan efendimiz (a.s.) hayatının hiçbir anında dünyaya ve içindekilere önem vermemiş kendisi dünyada bir garip yolcu gibi bir ağacın altında bir müddet dinlenip yoluna devam eden biri gibi olmayı o bilinçle hareket etmeyi tavsiye etmiştir. Hayatı hep ahirete dönük yaşamış hatta bu durum bir ara hanımlarıyla arasının açılmasına bile sebep olmuştur. O (a.s.) hep şöyle dua ederdi: "Allah'ım! Dünyayı en büyük düşüncemiz ve bilgimizin ulaştığı son nokta kılma"

İmani, Ameli, Ahlaki Bir Sorun/Sapma Olarak Dünyevileşme

Esasen iman, amel ve ahlak öz olarak birbirinden ayrılmaz. Ancak sonuçları itibariyle farklılık gösterirler. Dünyevileşme sürecindeki insanın kendisi için oluşturduğu mantık, öncelikle konumunu / tercihini meşrulaştırmaya dönüktür. Zira o bir taraftan kendini henüz imandan soyup çıkarmamış ve ancak öte yandan yoğun bir dünya meşgalesi içerisindedir. En başta bir zihniyet sorunu olan dünyevileşme hastalığına tutulmuş insan Allah ile arasındaki ilişkiyi her geçen gün zayıflatmış, korkunç bir unutma krizine yakalanmıştır. En başta Allah'ı ve sonra kendini, yaratılış gayesini, ölümü, ahireti ve hesabı unutmuştur. Unutmaktan maksadımız reddetmek anlamında değil belki kabul etmekle beraber bunun gerçek bir değer ifade etmemesi anlamındadır.

Bu anlamda Allah'a iman ettiğini söyleyen insan için; Allah "yaratan, veren, sonra veren, ve sonra yine veren, bir gönül eğlencesi anlamına gelen sevgiden başka bir şey ifade etmeyen, ne yaparsa yapsın nihayetinde yine insana merhameti ile muamele eden bir zat" konumundadır.

Peygamber, kendisine ittiba edilecek örnek şahıs / üsve-i hasene olmaktan çıkmış, yine bir gönül eğlencesi sevgi kaynağına dönüşmüştür. Peygambere dönük iman kaynaklı bir itaat zemini yerine kendi halimizi meşrulaştıran bir vesile olmuştur, peygambere iman.

Kuran, bir hidayet rehberi olma vasfını dünyevileşen insan nazarında yitirmiş, yerini ya entelektüel tartışma kaynağına veya geçmişlerin ruhuna okunan bir kuru olguya dönüşmüştür.

Dünyevileşen insanın gündeminde melekler, zaten yer almamaktadır.

Ahirete olan imanı kuru bir iddianın ötesine geçmez. Zaten dünyevileşmenin esas sebebi de budur. Buna karşılık Allah, müminlerden ahirete yakini bir iman ile sanki ahiret hayatı içinde yaşıyormuş gibi kendilerini kabul etmelerini ister.

Dünyevileşme hastalığına yakalanmış insanın en başta yaptığı şeylerden biri, iman ile ameli birbirinden ayırmasıdır. Diğer bir ifade ile inandığını söyleyen kimse için amelsizlik yâda Allah'ın men ettiği bir hayatı yaşamak ona uhrevi olarak bir zarar vermez. Bu düşünce yapısı tarihin her döneminde karşımıza çıkar. Geçmişte Mürcie diye isimlendirilen bu zihniyet belki daha koyusu ile ve neredeyse hepimize bulaşmış bir yönü ile bugün çağdaş bir versiyona sahiptir. Modern Mürcie'de iman artık inanca dönüşmüştür. Geçmişte İsrail oğullarının, yapıp ettiklerinin kendilerine, ahiretteki konumlarına bir zarar vermeyeceği düşüncesi günümüz modern Müslüman'ın da temel yaklaşımı olmuş ve bu dünyadaki amelsizliklerini garip bir ahiret garantisi altına aldıklarını sanmaktadırlar.

Dünyaya gönderiliş gayesi gereği insanın ortaya koyması gereken pek çok amel, bu süreçte unutulmuştur. İbadet diye isimlendirilen birkaç amel ise şekli ibadetler olarak süreç içerisinde öne çıkmış, İslam'ın beş şartı olarak İslam'ın bütününü ifade eder hale gelmiştir. Efendimizin (a.s.) meşhur bir hadisine (8) atfen oluşan bu zihniyet, ciddi bir yanılsamayla İslami hayatın geri kalan kısmını göz ardı etmiştir.

Her Müslüman'ın sahip olması zorunlu olan hal bilgisi anlamında ilmihal, ferdi, içtimai ve siyasi pek çok amelin göz ardı edildiği ve hatta İman esaslarının dahi ifade edilmediği ve sadece namaz, oruç, hac ve zekâtın dile getirildiği bir zemine dönüştü.(9) Bu süreçte pek çok amel ya unutuldu veya yeni şartlara uygun olarak anlam kaybına uğradı. Artık ilim, cihad, infak gibi pek çok amel bir ekstra gibi algılandı.

İmanın ve amelin temel vasfı olan ahlak dünyevileşme sürecinde olsa da olur olmasa da olur kabilinden zaruret arz etmeyen bir olgunluk olgusuna indirgendi. Ahlakiliğini kaybetmiş insanın dünyevi kazanımlarını onun için vazgeçilmez bir değer halini aldı.

Söz konusu imani, ameli ve ahlaki bozulma her geçen gün artmaktadır. İslam'a ait değerleri ve gayeleri, bu günün müslümanının pratikleriyle kıyasladığımızda birebir örtüşmeyen pek çok unsuru bulabiliriz. Müslümanların dünya tutkusu, meşruiyetini(!) ayet ve hadislerden de alarak sürekli derinleşmekte ve İsrail oğullarının buzağıya tutulmaları gibi bir hal arz etmektedir. Lüks yaygınlaşmakta; ev, iş, servet hayatın tek esası haline gelmekte, kulluğun gereği olması gereken kimi İslami gayeler mevcut statüko içerisinde risk ve ödenmesi gereken bedeller haline gelmekte dolayısıyla bu gayeler, aşılması, bırakılması gereken engeller olarak görülmektedir. Siz hala orda mısınız, aşın bunları, buralara takılmayın' şeklindeki ifadelerinin yaygınlığı bunun neticesidir.

Öte yandan iman edilmiş pek çok değer uğruna hiçbir iş terk edilebilir olmayan bir duruma gelmiştir. Elde edilen hayat standardının(!) terki yahut düşmesi ciddi sıkıntılara sebebiyet verebileceği için kaybedilmemesi için pek çok şey yapılabilmektedir. İstikbalin' anlamı değişmiş ve dünyevi gelecekten başka bir mahiyeti kalmamıştır. Çocuğunun geleceğini kazanma(!) pek çok Müslüman için ne pahasına olursa olsun hiçbir imani, ameli ve ahlaki endişe taşımadan, para, makam ve yüksek hayat standardı anlamına gelmektedir. Sırf okuması ve geleceğini kurtarması(!) adına başı açılarak, üstelik dün başörtüsü mücadelesi verenler tarafından okula/üniversiteye gönderilen kız çocukları, bu gelecek korkusunun ürünüdür. Sözün burasında şunu da söylemek gerekir; sembolik konumu itibari ile başörtüsü, herkes için genelleştirilmese dahi, büyük kesim için dünyevileştirilmiş, bir aksesuar derekesine indirilmiş, günümüzün tüketim toplumunun kalıplarına ve değerlerine uygun hale getirilmiştir. İslami tesettürün özünde yatan güzelliği / ziyneti örtme ve dikkatlerden uzak tutuma illeti ve hikmeti, dünyeviliğin görünür olma, dikkat çekme ve sergileme zihniyetiyle yer değiştirmiştir. Artık tesettür bir örtünme / izlenme olgusu olmaktan çıkmış şeffaf, dikkat çekici, çeşitli renk ve desenlerde yanardöner ve sıkma baş özelliğinde nesneleştirilmiştir.

Dünyevileşmenin neticesinde cennet, bu dünyada da yaşanılacak bir değer haline gelmekte ve Müslümanlar, niye bu dünya da bir cennet olmasın ve böyle bir mutlulukla yaşanılmasın anlayışına sahip olmaktalar. Bunun için evlerini cennet köşklerinden bir köşk haline getirmek, hiçbir kaygı, endişe ve üzüntü (hüzün) olmaksızın bir hayatı yaşamı gayeleştirilmektedir. Mutlu ve mesut olmak hak üzere olmanın ölçüsü ve gereği sanılmaktadır.(10) Radikal(!) Müslümanlardan, tasavvuf ehlinin öncülerine(!) varıncaya kadar pek çok kesim, lüks villalarda insanı şaşkına çeviren bir tantana ve debdebe içerisinde yaşamakta, konumunun meşrulaştırmanın gereği olarak bu durum giderek içselleştirilmektedir. Kullandıkları arabalar, giyindikleri kıyafetler ve hayatın diğer alanlarındaki, yeme-içme çeşit ve mekânları, tatil yerleri gibi, aksesuarlar da bu işin muhtevasını oluşturmaktadır.

Bu süreçlerle birlikte karşımıza Allah'ın muttaki' diye tavsif ettiği tipin yerini dindar' diye tavsif olunan yeni bir tip aldı. İslam, dünyevileşme sapmasının karşısına takvayı koyar. Dindarlık ise modern insanın dünyevileşme inkırazına / bunalımına bulduğunu sandığı çözümdür. Diğer bir deyişle dindarlık, olabildiğince dünyevileşmiş insanın kendini tatmin amaçlı üzerine geçirdiği bir kabuk niteliğindedir. Mesela hiçbir İslami özelliği olmayan kıyafetin üzerine bağlanan küçük başörtüleridir.

Tenbih:

İnsanoğlunun ahireti unutup dünyaya daldığı her dönemde nübüvvetin onu tekrar asli mecrasına döndürdüğünü söylemiştik. Bazen imtihan gereği bu süreç uzadığında insanlar kendileri için maddi dünyanın karanlık bataklığından çıkış yolu ararlar. İnsanın yaratılışı gereği manevi cihetini yok sayması imkânsızdır. Aradığı çıkış yolu da bu ciheti tatmine dönüktür. Allah bu sürecin akıbetini kalplerin katılaşması olduğunu söyler ve uyarır:

"İman edenler için, kalplerini Allah'ı ve (kendilerine) indirilen hakikati anarak haşyete (korkuya) kapılmalarının vakti gelmedi mi? (Onlar) kendilerinden önce kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinde bir zaman geçmişte kalpleri katılaşmış ve çoğu yoldan sapmıştı." (11)

İşte bu sürecin insanı getirip bıraktığı yer, dünyevileşme çıkmazıdır. Yukarda da ifade ettiğimiz gibi insan bu çıkmazdan kurtulmaya çalışır. Eğer bu çabasını vahyin ve nübüvvetin önderliğinde gerçekleştirmezse tersinde bir sapma ve açmazla baş başa kalır. Bu minvalde Allah, yine Hadid suresinde şöyle buyurur:

" Ve sonra onların ardından öteki elçilerimizi gönderdik; ve arkalarından da kendisine İncil verdiğimiz Meryem oğlu İsa'yı gönderdik. Ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet yerleştirdik. Ruhbanca riyazete gelince, Biz onlara bunu emretmedik, Allah'ın rızasına kazanmak arzusuyla bunu kendileri uydurdu. Ama sonra ona gerektiği gibi de uymadılar. Böylece biz iman etmiş olanlara karşılığını verdik, ama onların çoğu yoldan çıkmışlardı." (12)

Hz. İsa'ya iman iddiasında bulunanların düştüğü bu sapma çizgisi / ruhbaniyet, sonraki dönemlerde de (önceki dönemlerde de ortaya çıkmıştır.) kendini gösterdi. Efendimiz (a.s)da kısa bir süre sonra İslam ümmeti de yoğun bir dünyevileşme seyri ile karşılaştı. Bu seyre tavır alan, yahut kendini uzak tutmaya çalışan pek çok kişi zühd hayatını kendine tercih etti. Vahyin kaynağından uzaklaştıkça bu tercihte de sapmalar ve vahiy dışı söylemler ortaya çıktı. Sonraki dönemde kurumsal bir yapı da kazanan bu mistik söylem, sahip olduğu söylem ve pratikleriyle bir başka sapma ve kayma noktası oldu.

Dünyevileşme Sürecinin Geri Döndürülebilirliğinin İmkânı: TAKVA (13)

Günümüz müslümanının bir tercih konusu gibi sandığı takva' esasen Allah'ın emirleri arasında yer alan bir tercih olarak değil tek tercih olarak yönelmemiz gereken bir vasıftır. Bu öyle vasıftır ki olmadığı takdirde onsuz kalan şey, ibadet, amal, hayat, insan değerini yitirmiş bir nesneye dönüşür. Ona değer kazandıracak olan tek şey takva':

"Allah katında sizin en değerliniz/ekreminiz en muttaki olanınızdır" (14)

Takvanın Müslüman'ın hayatında üstlendiği görev, karşılaştığı her çıkmazda ona çıkış yolunu göstermek ve onu hak ile batılı birbirinden ayıran Furkan vasfıyla bezenendir.

"Herkim takvaya sarılırsa, Allah ona bir çıkış yolu verir."(15)

"Ey iman edenler! Eğer takvaya sarılırsanız Allah size Furkan'ı /hak ile batılı birbirinden ayırma niteliği verir"(16)

Dünyevileşmenin arkasında yatan temel sebep hiç şüphesiz nefsin gem almaz arzu ve ihtiraslarıdır. Dünyevi ihtiraslara engel teşkil edecek tek sebepte takva'dır.

" Herkim nefsinin arzu ve ihtiraslarına karşı takvaya sarılırsa işte onlardır mutluluğa ulaşacak olanlar."(17)

İçerisinde yaşadığımız kırılma ve bozulma döneminin -ki günümüz Müslümanları için çağdaş dünyevileşme süreci anlamındadır,- tek çözüm yolu da takva'dır. Karşılaştığımız her olguyu caizleştirmek, şüpheli şeylerin sayısızlaştığı bir dönemde, şüpheli şeylere bağlılığımız ve yatkınlığımız arttırma, dinin kendisinden arınmamızı istediği her şeye bulanma v.b. tavırların imani, ameli ve ahlaki bünyemizde açacağı her yaraya karşı merhem konumundadır takva'.

Yaşadığımız dönemi, Efendimiz (a.s) şöyle ifade eder:

 

"Pek yakında dünya milletleri, sofraya oturanların yemek kabına üşüştükleri gibi sizin başınıza üşüşecekler."

Bunun üzerine Efendimiz (a.s.)a :

-O gün biz azlık olduğumuz için mi ya Rasulullah?'diye soruldu.

Efendimiz:

-Hayır aksine siz sayıca çok olacaksınız. Fakat selin üstündeki çerçöp gibi dağınık ve değersiz olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden korkuyu çekip alacak, sizin kalplerinize vehn' verecek; diye cevap verdi.

Bunun üzerine :

-Vehn nedir ? diye soruldu. Efendimiz (a.s.)

- "Dünyayı sevmek ve ölümden hoşlanmamaktır' dedi."

Sonuç:

Hayatın giderek dinden soyutlanması anlamındaki dünyevileşme, Müslümanlar açısından hayatın giderek takvadan tecrit edilmesi manasını taşıyor. Diğer bir deyişle dünyevileşme, hayatı şekillendiren, anlamlandıran,renklendiren dinin etkinliğinin ve belirleyiciliğinin zayıflatılıp yok edilmesidir. Manevi olanın /alanın, maddi olan/alandan ayrıştırılmasıdır. Biz Müslümanlar için tek çözümün "takvaya" sarılmak olduğunu hatırdan çıkarmayalım.

Efendimiz (a.s.) buyurur ki: "dünya tatlı, göz kamaştırıcı ve çekicidir.Allah onu (kullanma sırasını) size verecek. Ve nasıl davranacağına bakacaktır. Dünyaya aldanmaktan sakının/dünyaya karşı takvaya sarılın"(18)

Rabbimizin sözüyle yazıyı tamamlayalım:

"Onlardan sonra hayırsız bir nesil geldi ki, bunlar Kitab'a varis oldular ama ayetlere tahrif etme karşılığında şu aşağılık dünya metaını alıp nasıl affa nail olunur' düşüncesiyle hareket ettiler. Af umarken bile öbür yandan yine gayri meşru bir meta, bir rüşvet zuhur etse, onu da alırlar. Peki onlardan, Allah hakkında hak ve gerçek olandan başka bir şey söylemeyeceklerine dair Kitap'ta mevcut hükümler uyarınca söz alınmamış mıydı? Ve onlar kitabın içindekileri ders edinip okumamışlar mıydı?'(19)

 


Dipnotlar 1-Dünyaya ait olanın tercihi' diye tanımladığımız dünyevileşme beraberinde bir ahiret' düşüncesini de zımnen ifade etmektedir. Haddizatında yazı da ahirete iman etmekle beraber dünya hayatını önceleme üzerine kaleme alınmıştır.modern dünyanın karşı karşıya bulunduğu sekülerizm' farklı bir dünyevileşme anlamını içeriyor.diğer bir değişle dünyevileşmenin boyutlarından veya merhalelerinden biri. Buna binaen sekülerizm' başka bir yazının konusu olacaktır. 2-95 Tin, 4-5 3-06 Enam, 32 4-10 Yunus, 24 5-18 Kehf, 45 6-03 Al-i İmran, 14 7-38 Sad, 30-35 8-"İslam beş temel üzere bina edildi:Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in (a.s.) O'nun Rasulü olduğuna şehadet, namazı ikame, zekâtı verme, Kâbe'yi hac ve ramazan orucun" Buhari, Kitabu-l iman 1-2 9-Bu ifadeler ilmihal' isimli ve içerikli kitaplara dönük bir eleştiri olmaktan ziyade gelinen noktadaki zihni kaymaya dönük eleştirilerdir. 10-Harun Yahya, Cennet. www.harunyahya.org 11-57 Hadid, 16 12-57 Hadid, 27 13-Takva üzerine geniş ve kapsamlı bir araştırma için Rahle Dergisi 1. sayıya bakabilirsiniz. 14-49 Hucurat, 13 15-65 Talak, 12 16-08 Enfal, 29 17-64 Teğabün, 16 18-Müslim, Zikir 99 19-07 Araf, 169

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ