Ana Hatları İle İslam'da Adalet - rahle.org

Ana Hatları İle İslam'da Adalet - rahle.org

Ana Hatları İle İslam'da Adalet


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

 

 

Siyer-i Nebî’de, Akabe’de ilk beyat edenler arasında, “ey Allah’ın elçisi, sana hangi hususlarda tâbi olmamızı istersin..?” diye soranlara Resulullah’ın (sa) şu ayet-i kerimeyi okuduğu rivayet olunur:

 

İnne’l-lâhe ye-a’muru bi’l-adli ve’l-ihsâni ve îtâa izi’l-kurbâ ve yenhâ ani’l-fahşâai ve’l-münkeri ve’l-bağy; yeğizukum leallekum tezekkurûn.” (Nahl: 90)

 

Bu söz, İslâm davasını ifadede birçok yönden kapsayıcı, iç içe girmiş sayısız hikmetler barındıran fevkalade özlü bir sözdür. Öyle ki bazı Âlimlerin nazarında “İslâm’ın özeti” olarak nitelendirilmiş; Emevîler dönemindeki halifelerden Ömer İbn Abdülaziz’in (ö. h.101) emriyle de Cuma namazı hutbelerinde okunması şart koşulmuştur. Bugün dahi imamların halka son okudukları kelâmın bu olması pek manidardır:

 

Şüphesiz Allah adaleti, ihsânı ve yakınlara vermeyi emir buyuruyor; her tür hayasızlıktan, çirkinliklerden ve taşkınlıktan da menediyor, ta ki düşünüp bilesiniz diye size öğüt veriyor.” (Nahl: 90)

 

Müfessir Fahruddîn Razî’ye göre (bkz. Mefâtihu'l-Gayb, 20/101-104) ayette geçen “fahşâ”, “münker” ve “bağy” insan nefsindeki üç büyük kuvvete işarettir; bunlar sırasıyla, “vehîm”, “şehvet” ve “gadap”tır. Kişinin her türlü isyanı ve itaatsizliği, başta bu kuvvetlerin nefiste galebe çalması ile mümkün olmaktadır. Bu sebeple Allah’ın (azze ve celle) bizden öncelikli istediği, bu kuvvetleri (kuruntu, doyumsuzluk ve öfkeyi) ancak onun dilediği ayarda kullanmak, sadece O’nun emrettiği ölçülerde yaşamak ve kayıtlandırmaktır.

 

İşte başlığımıza konu olan “Adalet”, ihsan ve yardım etmek ile birlikte, bu manada kulluktaki en üst mertebeyi temsil eder. Zira mü’min olan herkesin görevi, nefsine en acil bu erdemi kazandırabilmektir.

 

Tanımlar çerçevesinde ..

 

Adalet, sözlükte “i’tidal ve istikâmet üzere olmak” yahut “ifrat ile tefrit arasında kalmak” şeklinde geçer. (bkz. Kitabu't-Tarifat, 155) Tek kullanıldığında ise çoğu kez doğruluk, hak ve eşitlik kasdolunur; bazen de “benzerler arasında denklik sağlamak” manasında kullanılır. (bkz. Müfredat, 1/186-187) Mesela; ticaretinde adil olan, sattığı malı yarım veya eksik değil, bilakis tam ve kusursuz satandır. Tıpkı bunun gibi; eşine güzel davranıp haklarını ve duygularını dahi incitmeden onu gözetmek, adaletin bir gereğidir… Meallerde aynı manayı karşılayan iki kardeş kelime daha vardır: "Ölçü" manasındaki Mizan ve "Denge" manasındaki Kıst. (Bkz. Kur'an'da Temel Kavramlar, 277-282)

 

Kur’an’da "adl" kelimesi tam 22 yerde geçer. (bkz. Mu’cemü’l-Müfehres, 319) Haricen üç yerde “bir ödeneğin yahut cezanın karşılığı ve denkliği olan” fidye kelimesinin, yine başka üç yerde daha “Allah’a herhangi bir varlık ile ortak koşmak ve bir saymak olan” şirk kelimesinin lafzen karşılığı olarak kullanılmıştır. (bkz. 2/48 ve 123, 6/70 ile 6/1 ve 150, 27/60. ayetler…)

 

Kullanımdaki bu azlığa rağmen Kur’an’ın neredeyse tamamına mal olmuş bir kavramdır “adalet”. Ondaki genişlik, başka çok az kelime - kavramda rastlanılan bir durumdur; manası kendisini aşacak kadar engindir bir başka deyişle.

 

İslâm tarihini okuyan biri, bu kavramın Müslümanlarda ne kadar güzel durduğunu bilir. Nitekim; kitabın bir sahifesinde; hz. EbuBekr’in (ra) halife seçildiği vakit insanlara mertçe “eğer haktan sapacak olursam beni kılıçlarınızla düzeltin…” sözüne şahit olur, bir başka sahifesinde hz. Ömer’in (ra) Mısırlı bir gence yapılan haksız bir hadd uygulamasına kızarak valisi Amr ibn As’ı ve oğlunu kırbaçlattığını görebilirsiniz. Yahut hz. Ali’nin (ra) düşmanı olan Haricilerle çarpışırken askerlerine “yaralananları esir almayın ve kovalamayın, zayıfların peşinden gitmeyin ve Allah için adil davranın…” hitabını işitirsiniz...

 

Yine örneğin; Batılı bir tarihçinin kaydettiğine göre: “İslâm ordusu Ürdün vadisine, Ebu Ubeyde de askeriyle Fihl kentine vardığında bu ülkelerdeki hristiyan halk Müslümanlara şunları yazıyordu: Ey Müslümanlar cemaati! Rumlar her ne kadar bizim dinimizde iseler de sizleri onlardan daha çok seviyoruz. Sizler bizim için daha vefakâr, daha merhametlisiniz. Haksızlık etmeme konusunda çok daha titizsiniz. Bizlere en güzel sahip çıkıyorsunuz. Lakin onlar her şeyimize el koydular, yurtlarımızı yağmaladılar…” (bkz. İntişar-ı İslam Tarihi)

 

Aynı şekilde pek çok yazarda (mesela J. Von Hammer’da, Lamartine’de, L. Browne’de, M. Hamidullah’ta) Selçuklu ve Osmanlı Türk yönetimlerinde başka benzer örnekleri okumak, rastlamak  mümkündür…

 

 Kur’an’da “adalet” ..

 

Müslümanların adaleti bu derecede öne çıkarmalarının temel sebebi iman ettikleri kitaplarıdır. Zira Kur’an’da “adil olmak” ile alakalı Allah’ın emirleri çok nettir:

 

O (c.c) kullarının mutlak manada yeryüzünde adaleti üstün tutacak kişiler olmasını istemekte, bunu övmekte ve geçmişten bazı örnekler vermektedir. (bkz. 7/159 ve 181, 16/76, 38/22) Dahası hakkın yeryüzünde tüm boyutlarıyla hâkim olabilmesi için mü’minleri adilâne davranışlar sergilemek yönünde teşvik etmektedir:

 

Gerçekten Allah size emanetleri ehil olanlara vermenizi ve her zaman insanlar arasında hüküm verecek olursanız adaletle hükmetmenizi emreder…” (Nisa: 58)

 

Enbiya’nın (as) ve kutsal kitapların gönderilme gayelerinde bile bu vardır:

 

…Allah müjdeci ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi ki, insanların anlaşmazlığa düştükleri konularda hakikati ortaya çıkaracak olan kitap ile aralarında adalet ile karar versin…” (Bakara: 213 ve Hadid: 25)

 

Sonra;

 

Allah (azze ve celle) –gerek mahkemede olsun gerekse konuşma esnasında– bir mü’minin tanıklık edeceği herhangi bir işte, ancak “doğruluk” ile ve mutlaka adil bir vasıfla konuşmasını emreder. Ona bu hususta –şeriatın belirledikleri hariç– herhangi bir kapı aralığı bırakmaz; velev ki tanıklıkta bulunacağı yakın bir akrabası veya dostu olsun:

 

Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutun; kendinizi, ana babanızın ve yakınlarınızın zararına bile olsa… Allah rızası için şahitlik yapanlar olun. Şahitlik yaptığınız kimseler zengin de olsa fakir de olsa adaletten ayrılmayın. Allah’ın hakkı onların hakkının önüne geçer. Hislerinize uyup adaletten şaşmayın. Şahitliği eğer, büker veya şahitlikten kaçınırsanız, biliniz ki, Allah tüm yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (Nisa: 135)

 

Böylesi kuvvetli uyarılarla mü’min olanın şehevî duyguları törpülenir ve nihayet Allah’a mutlak teslim olmaktan başka bir yol bulunmadığı ikrar edilir...

 

Ey şahitler! Siz de Allah için dosdoğru şahitlik yapın!” (Talak: 2) “Ve bir görüş bildirdiğinizde (daima) adaletli olun!” (Enam: 152)

 

Bilincin bu seviyesinde hak, nefsin ve vehimî hislerin üzerine çıkar, dahası kul, nefsini “adalet”e satar… Böylece her tür yalan, yalancı şahitlik, menfaat uğruna yapılan yeminler “adalet” namına reddolunur.

 

Yine;

 

Filanca cemaate karşı kronik bir nefret dahi duysa, yapıp ettiklerinde ölçülü ve dengeli davranmaktan geri durmaması gerektiğini iyicene anlar mü’min kimse! Zira iman, sahibini adil olmak ile zalim olmak arasında sürekli dener. Bu yüzden takvayı gözetmek, yolunu Kitâbullah ile bulmak emrolunur ayette:

 

Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırmasın, adil davranın. Bu Allah’a karşı sorumluluk bilinci duymaya en yakın olan davranıştır. Ve yolunuzu Allah’ın kitabı ile bulmaya çalışın. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.” (Maide: 8)

 

Kur’an’da birçok yerde görürüz ki Rabb Teâlâ adalet ile ihsan arasında sarsılmaz köprüler kurmuştur. Birinden geçeni diğerine vardırır mutlaka... O (azze ve celle) adalet ile birlikte insanlığı topyekûn bir hayra davet eder, hakk yolcusunu güzelliklerle buluşturur. Söze yumuşaklıkla başlamayı, kalpleri incitmemeyi, yalandan kaçındığın gibi sertlik ve zorlaştırıcı olmaktan da kaçınman gerektiğini bildirir. Şu ayetlere bir kulak verelim:

 

Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil (muksit) davranmanızı yasak kılmaz!” (Mümtehine: 8) “Kullarıma söyle, her zaman sözün en güzelini söylesinler. Şüphe yok ki şeytan, insanların arasını açmak için her zaman fırsat kollamaktadır…” (İsra: 53)

 

Allah böyle buyurur çünkü sözün çirkinini söylemek adaletten olmadığı gibi ihsan’dan da değildir. Çirkin söz ve muamele fahşa’dandır ve fahşa’nın her türlüsü hakk’ın da karşısındadır.

 

Sonra;

 

Yaratıcının faizi yasaklaması (2/275), cimrilikten menetmesi (3/180), saçıp savurmayı kınaması (25/67) ve malın paylaşımını gözetmesi (59/7) ekonomik düzlemdeki “sosyal adalet”in en belirgin özelliğidir. Bakınız şu ayetlere:

 

Farz olan zekâtı verin ve Allah’a gönül hoşluğu ile farz olandan başka hayırlar ve infaklar (karz-ı hasen) da yapın…” (Müzemmil: 20) “…Ta ki o mallar, içinizden sadece zenginler arasında dolaşıp duran bir servet haline dönüşmesin.” (Haşr: 7)

 

Dahası;

 

Allah Resulü’nün (sa) “İşçi tutup da ücretini ödemeyen kişi haşr günü Allah’ın hasmı olacaktır…” demesinde adalet anlayışı olduğu gibi “Muhakkak vücudunun senin üzerinde bir hakkı vardır. Ona eziyet etme…” yahut “Akarsudan abdest aldığın zaman dahi suyu fazla kullanmaktan kaçının…” sözlerinde bile adil ve ölçülü olmak vardır. (Hadisler Sahîh-i Buharî’de mevcuttur.)

 

Genel anlamda adalet ..

 

Tefakkuh edilince (derin düşününce) görülür ki, aslında İslâm’ın hayatla ilgili her bir hükmünde “adalet” bir şekilde mevcuttur. Üstat Seyyid Kutup’un dediği gibi;

 

İslâm’ın evrensel düşüncesini idrak ettiğimizde… sosyal adaletin ana çizgisini daha iyi kavrayabiliriz. O, her şeyden önce (salt) kısıtlı ekonomik bir adalet değil, hayatın tüm yönlerini ve özgürlüğün bütün veçhelerini kucaklayan kapsamlı, insanî bir adalettir. O aynı şekilde düşünce ve hareketi, kalp ve vicdanı da ele alır. Adaletin ele aldığı değerler sadece ne ekonomik değerlerden ne de genel olarak sadece maddî değerlerden ibarettir; daha ziyade onlar ahlakî ve ruhî değerlerin birlikte bir karışımıdır.” (bkz. Sosyal Adalet)

 

Zira O’nun (c.c) koyduğu yasalar hep bir ölçü ve mizan halindedir; hem toplumsal düzenlemelerde hem kâinatın inşasında mutlak bir “denge” mevcuttur. Bu sebeple mutlak meşruiyeti ve “adil” olmayı kendine ilke edindiği gibi kullarından da yaptıkları herhangi bir amelde böyle olmayı emir buyurmuştur:

 

O halde sen ve beraberinde tevbe edenler emrolunduğunuz şekilde doğru yolu tutun. Sizden hiçbiriniz büyüklenip Allah tarafından konulmuş sınırları aşmasın!” (Hud: 112)

 

Pratik hayatta “adalet” kelimesinin ilk akla getirdiği saha hukuk olsa da İslâm âlimleri kelimenin (değindiğimiz şekliyle) daha ziyade ahlakî ve edebî yönünü dikkate almışlardır. İşte, Kur’an’daki kullanımlarında kelimenin bu yönlerine hep dikkat çekilmek istenilir aslında:

 

İçinizden adl sahibi iki kişiyi de şahit tutun…” (Talak: 2)

 

Buradaki adl sahibi kimsenin özellikleri temelde imanın hemen bir alt basamağını temsil eder: Örneğin İmam Şafii: “Allah’a itaatle amel etmek”, İbn Hacer: “takva ve mürüvvete (yiğitlik / cömertlik) bağlılık”, Gazalî: “hikmete göre hareket etmek” ve İbn Esîr: “kişinin kendisiyle heva ve arzularına meyletmeyip hükmünde sapmadığı bir nitelik” şeklinde tanımlar.

 

Zulümden Kaçınma ..

 

Allah (azze ve celle) adaleti emrederken aynı zamanda adaleti sürdürmeye mani olan şeylerden de uzaklaştırır. Zulüm bunların başında gelir. Zira o, adaletin zıddıdır. Tanım olarak “bir şeyi eksiltmek” veya “ölçüsüz koymak” veya “hakkı terk etmek” şeklinde de geçer. (bkz. Müfredat, 2/160)

 

Buna göre, zulmü işlemenin ve dahi ona yaklaşmanın haramlığı hususunda Kur’an’da geçen ibarelerin tümünü "adaletin gerçekleştirilmesi" biçiminde anlamak isabetli olacaktır. Zira adaletle emretmek, aynı zamanda zulümden nehyetmek demektir. (bkz. Sünnetullah, 148)

 

Zulüm bu manada adaletin en büyük düşmanıdır; o, hakkın gerçekleşmesine ve eşit muamelenin gösterilmesine tek engeldir. Onunla topluluklar sapar ve zalimlikleri sebebiyle amelleriyle birlikte kahrolunurlar…

 

İnsanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere ceza vardır. İşte acıklı azap bunlaradır.” (Şura: 42) “Daha önce Nuh kavmini de helak etmişti. Onlar daha zalim ve daha azgındılar…” (Necm: 52)

 

Lokman hazretlerinin oğluna yaptığı nasihatte zulmün en çetrefillisi ve âlâsının şirk olduğu anlatılır. (bkz. 31/13) Zira bunda, Allah’ın tek ve yaraşır el-ilah olması gerçeğini reddetmek vardır; evrenin üzerindeki “mutlak yasaları” yalanlamak nevinden bir zulüm yani… Böyle bir adaletsizlik ceza (karşılık) olarak sadece “mutlak ateşi” hak edebilir; cehenneme ebedî bir ziyareti…

 

Allah’a karşı yalan uyduran, kendisine gelen gerçeği yalan sayandan daha zalim kimdir?” (Zümer: 32) “Allah dilediğini rahmetine sokar; zalimleri ise acıklı bir azap hazırlamıştır.” (İnsan: 31) “Bilin ki Allah’ın laneti (ebeda) zalimlerin üzerinedir.” (Hud: 18)

 

Bundan başka Kur’an’da geçen fısk, fücur, isyan, bağy, tuğyan ve fesad gibi kelimeler de yer yer adalet kelimesinin zıddı olarak kullanılmıştır. (bkz. 2/30, 11/116, 24/4, 49/6, 3/112, 16/90, 89/11-12 vb.) Hepsinde de ortak olarak “adil” olmayı beceremeyen ve hakk olana itibar etmeyen kimsenin “doğruluktan” saptığı tehdit ile bildirilir.

 

Böylece İslâm’ın adalet fenomeni (olgusu) üzerine genişçe yer ayırdığını -bir yön hariç- her yönden müşahede etmiş olduk. Son olarak Rabb Teâlâ’nın zatına ma’l olmuş yönüyle ele almamız gerekiyor:

 

ALLAH’ın (c.c) Adil oluşu ..

 

Kur’an-ı Kerîm’de bilinen esmâü’l-hüsnâ’da “Adl” isim-sıfatı geçmemekle birlikte; Allah’ın her işinde adil olduğu, her muamelesinde ve her tutumunda adaleti gözettiği, nihayet O’nun denginde bir “Adl” olamayacağı… Tevhîd akidesini anlatan her eserde zikrolunur...

 

Misal; İmam Gazalî der ki: “Kul inanacak ki şânı yüce olan Allah; iradesinde, hükmünde ve bütün fiillerinde, kendisine itiraz edilemeyecek derecede adildir. Olan şeyler kulun dileğine uysun veya uymasın bu böyledir. Çünkü Allah’ın bütün fiilleri sırf bir adaletten ibarettir. Allah her şeyi nasıl olması gerekiyorsa öyle yapar. Eğer yaptığı bir şeyi yapmamış olsaydı, mutlaka hasıl olan zarardan daha büyük ve korkunç bir zarar meydana gelirdi.” (Esmaü’l-Hüsna, 161)

 

Zira Allah (azze ve celle) sebeplerin ve yasaların mutlak hâkimidir; olacak olanı olduran ve olması gerektiği kadar izin veren yine sadece O’dur. Mümin kimsenin inancında sarsılmaz bir düşünce olarak bu gerçekler hep durur, itikadı şüphe götürmez. O bilir ki, Rabbi olan Allah adaletten başka bir zulüm yoluna asla başvurmaz…

 

Allah sözünü yerine getirmekten asla kaçınmaz.” (Âli İmran: 9) “Zira Rabbinin vaadi doğruluk ve adaletle yerine getirilmiştir. O’nun vaadlerini yerine gerçekleşmesini engelleyebilecek hiçbir güç yoktur…” (En’am: 115)

 

Yeryüzündeki adalet ..

 

Bize göre Allah’ın bizzat zatının ve kelamının hak ve adalet üzere olmasından başka O’nun yaratışında da muhteşem bir adalet vardır. Hakikat bu, kâfir ve Müslim herkes tarafından itirazsız kabul görür…

 

Kevniyata doğru bakan her göz sahibi bilir ki, gece semâyı donatan yıldızlar, -hareketli ışıldaklar misali- ahenk içersinde seyr-i süluğuna devam ederler; fezanın ta derinliklerine değin hep bir denge ve intizam ile yol almaktadırlar. Kozmosun hiçbir noktasında uyumsuzluğun en ufak bir nişanesine rastlanılmamaktadır…

 

Öyle bir düzen ki ne güneşle ay birbiriyle çarpışır, ne de gece gündüzün önüne geçebilir…” (Yasin: 40)

 

Yine görür ki; Binlerce kilometre uzanan yollar, metre metre büyüyen dağlar, yüz milyonlarca senede oluşmuş ovalar, akarsular, baca ve oluklar… hep bir “denge” halini gözetmekte; yüce Yaratıcının “doğruluk” emrinden bir nebze olsun sapmamaktadır.

 

O ki her şeyi yaratmakta ve amacına uygun şekiller vermekte ve yaşantılarını düzenlemektedir. O ki bütün var olanların biçimini, özelliğini belirleyip hedefine yöneltmektedir…” (A’lâ: 2-3 ve Ta-Ha: 50)

 

Yine;

 

Düşünen her akıl sahibi fark eder ki, fizik yasalarına tabi olan cemadatta “yalan” diye bir şey yoktur; örneğin ses ve elektriğin yasaları bellidir, havadaki sabit hızları ve yahut bir cisme etkileri hep malumdur ve bu evrenin yaratılışının en başından beri böyledir. Kimseyi aldatmazlar ve kimseye farklı bir muamelede bulunmazlar. Şunu haykırırlar adeta: Allah’ın cansız varlıklara işlettiği yasalar dahi adalet ile hüküm sürmektedir…

 

Allah’ın yaratışında hiçbir şey değişikliğe uğramak yoktur…” (Rum: 30) “(Her şey) O’nun koyduğu kanun ve sistem içersinde hareket eder; O’nun sınırı dışına çıkamazlar…” (Rahman: 6)

 

Dahası;

 

İnsanın kemik ve kas yapısından, hücre ve sinir ağına kadar, ölçülebilir ve ölçülemeyecek tüm yapısını kusursuzca inşa eden, suretini canlı âlemler arasında en güzel bir kalıba döken… yine O’dur (cc):

 

Biz elbette insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tîn: 4) “…varlık amacına uygun olarak şekillendirdi ve bir düzene koyup dengeli kıldı.” (İnfitar: 7)

 

Bütün bunlar şüphesiz afakta ve enfüsteki sarsılmaz delillerdendir ve şüphesiz tümü de Allah’tan bir “hak” ve “adalet” üzere olduğunu tebliğ eder görünmektedirler:

 

Biz gökleri, yeri ve her ikisi arasında olan şeyleri boş yere ve gerçek dışında bir amaçla yaratmadık…” (Hicr: 85)

 

Rabb Teâlâ, bu manada sergilediği adalet ile kullarının eğitimini tamamlayan ayrı bir pencere açar. Şöyle ki;

 

Gökleri yüceltip yükseklere kaldıran da O’dur. Her türlü denge ve düzeni, ölçü ve tartıyı da ortaya koyan yine O’dur. Ki siz ey insanlar! (Sizler de tıpkı Benim yaptığım gibi) Doğruluk ve haklılık ölçüsünden şaşmayasınız. Öyleyse yaptığınız her şeyi adalet ile tartın ve hiçbir ölçüyü eksik tutmayın.” (Rahman: 7-9)

 

Bu ayetlerle sanki denir ki; “Gel ey iki elimle yarattığım insan! Gel ki, Hakk’a kavuşasın! Sana yakışanı kuşanasın!.. Sen de adl üzere Bana teslim olasın!
İşte; kafir ile Müslim bu noktadan sonra ayrılır; biri nura koşulsuz teslim olurken diğeri zulumata yüzünü çevirir, aydınlığın gerçekliğine diretir inatla…

 

Oysa ki;

 

(Allah’ın) Adl isminden kulun alacağı hisse açıktır. İlk yapacağı şey, bu ismi kendi nefsinin sıfatlarına tatbik etmesidir. Bundan nasibini alan kulun nefsanî arzuları (artık) akıl ve dinin emri altına girer. Her ne vakit aklını ve dinini bu arzulara çiğnetirse, o zaman adaleti de çiğnemiş, (kendi nefsine) zulmetmiş olur.” (Esmaü’l-Hüsna, 160)

 

Hülasa ..

 

Bize göre O’nun mülkü dilediği bir şekilde paylaştırmasında, rızkı dilediğince genişletip dilediğince daraltmasında, ölüm ve hayat hakkında verdiği kararlarda sürekli devam eden bir mutlak adalet vardır. Zira ceza günü geldiğinde, yine adalet terazilerini koyacak olan ve mahlûkatı en ince detayına kadar adalet ile sorgulayacak olan O’dur. (bkz. 10/54, 11/103, 21/47, 16/61, 99/7-8, 2/281)

 

İşte şimdi bu gerçeklerden sonra, teslim olanın O’na her türlüsüyle teslim olması icab eder; hem artık İslâm olanın adalet ile konuşması, oturup kalkması, insanlara konuşması gerekir, başka değil...

 

İslâm terbiyesi alan bilir ki; adalet lafzında merhamet, hoşgörü ve iyilikle hareket etmek dahi vardır; tüm bunlar ile birlikte daha büyük bir manalara erişmek İslâm ahlâkının bir gereğidir. Zira biz öyle bir ümmetiz ki; bize Hakk Teâlâ yeryüzünde her hangi bir yerinde iktidar verecek olsa, (bunun nevi ve hacmi farketmez) bizler yine namaza sıkı sıkıya bağlanır, zekatı verir, kulluk haklarımızı adalet üzere gözetiriz, öyle ki insanları yine kötülükten sakındırır ve iyiliğe sevkederiz... (bkz. 22/41) Adil vasfımız her şeyin önündedir, çünkü;

 

Resulullah'ın şu müjdesini biliriz: "Kendi nefislerine, ailelerine ve yönetimi altında bulunanlara adil davrananlar, kıyamet günü Rahman'ın sağında nurdan minberler üzerindedirler." (Hadis Müslim'de geçiyor...)

 

"Adaletin maksadı hem ferd hem de cemiyet hayatından fesadı, taşkınlığı uzaklaştırmak; kargaşa ve kaosu yok etmeye yöneliktir. Madem ki adalet evrendeki bütün varlıkların temel yasasıdır; o halde insan da diğer varlıklar gibi bu yasaya uymak ve bu yasayı hayatına hakim kılmak mecburiyetindedir." (Kur'an'da Denge, 62-63)

 

Son söz olarak; Allah (c.c), Resulü Muhammed’e (s.a.v) şöyle buyuruyor:

 

İşte bundan dolayı sen, bütün insanları davete devam et ve Allah tarafından emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların arzu ve heveslerine uyma ve de ki: Ben Allah’ın kitaptan ne indirdiyse hepsine inandım ve aranızda adalet ile hükmetmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz sizin de Rabbinizdir…” (Şura: 15)

 

Azîm ve Adl olan Allah şüphesiz doğru söyler…

 

Kaynakça:

 

1. Kur'an-ı Kerim ve Özlü Tefsir (Tefsirlerin Özü), Abdullah Parlıyan, Konya, 1996.

 

2. Kitabu't-Tarifât (Arapça-Türkçe Kelime Sözlüğü), Şerif Cürcanî, Bahar Yay. 1997.

 

3. Esmâü'l-Hüsna, İmam Gazalî, ElifBe Yay. İst. 1983.

 

4. Sünnetullah (İlahi Kanunların Hikmetleri), Abdulkerim Zeydan, İhtar Yay. 1997.

 

5. Müfredat (1-2. cilt), Ragıb el-İsfehanî, Çıra Yay. 2007.

 

6. Mü'cemü'l-Müfehres (Kur'an-ı Kerim Lügati), Haz.: M. Çanga, Timaş Yay. 2007.

 

7. Kur'an'da Denge, Faruk Gürbüz, Denge Yay. 1997.

 

8. İslam'da Sosyal Adalet, Seyyid Kutup, Ağaç Kitabevi, 2006.

 

9. Kur'an'da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Beyan Yay. 1986.

 

10. Mefâtihu'l-Gayb, Fahruddin er-Razî, Akçağ Yay. 1990.

 

11. İntişar-ı İslam Tarihi, T. W. Arnold, Akçağ Yay. 1982.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ