Hadis: Sünneti Anlamak Üzerine - rahle.org

Hadis: Sünneti Anlamak Üzerine - rahle.org

Hadis: Sünneti Anlamak Üzerine


Facebookta Paylaş
Tweetle

İsmail YILMAZ

 

İnsanlık tarihine bakıldığında hayatın peygamberlerle başladığı görülür. Peygamberler olmadan hayatın anlaşılması mümkün değildir. Bunun içindir ki her ümmete peygamberlerin gönderildiği belirtilmektedir: “Her ümmetin bir yol göstericisi vardır.” (Ra’d: 7)

Bilindiği gibi İslam dininin temel kaynakları ikidir. Bunlardan birincisi Allah’ın yüce kelamı olan Kur’an, diğeri de peygamber efendimizin sünnetidir. Müslümanca bir hayatın temelini oluşturan bu iki temel kaynak, tarih boyunca tekrar tekrar yorumlanarak, bir taraftan bu iki kaynağın getirmiş olduğu evrensel mesajlar tespit edilmeye, diğer taraftan da tespit edilen bu mesajlar istikametinde İslam medeniyetine has müesseseler oluşturulmaya çalışılmıştı. Bunun içindir ki İslam medeniyeti tarihi misyonunu tamamlamış, bitmiş bir medeniyet değil; yaşanan bir medeniyettir. Müslümanın bulunduğu her yerde, onun temsil ettiği dünya görüşüne ait bir renk, bir esinti şu ya da bu şekilde görülecektir.

Görülen bu nitelikler, onun referans aldığı iki temel kaynağın anlaşılır biçimiyle doğru orantılıdır. Onun içindir ki, Kur’an ve Sünnetin anlayış biçimi her zaman olduğu gibi, günümüzde de toplum yapısı dini yaşantı ve kimlik orjinalitesi açısından Müslümanlar için ayrı bir önem arzetmektedir.

Bu iki temel kaynaktan ikincisi olan sünnete gelince; sünnet, sadece bizim kişisel dindarlığımızı ilgilendiren bir konu olmaktan öte, bugün insanlığın karşı karşıya bulunduğu olumsuz tablo karşısında bir çıkış yolu olması itibariyle daha da bir önem kazanmış durumdadır.

En yaygın tanımıyla hepimizin bildiği üzere sünnet, peygamberimizin söz, fiil ve takrirleriyle şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tanım aslında hadis âlimlerinin sünnet tanımıdır. Fıkıhçılar ise peygamberimizin farz ve vacip dışında yaptıklarını sünnet adlandırır. Usul-i Fıkıhçılar ise Kur’an dışında peygamber efendimizin getirmiş olduğu hükümleri esas alır. Kelamcılarda sünneti bidat karşıtı olarak kullanır. Her disiplin kendi açısından bir sünnet tanımı yapmış ve bu tanımları yaparken de kendi dönemlerinin şartlarını ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmuşlardır.

Ancak Hz. Peygamberin sünneti bütün bu tanımların anlatmak istediğinden çok daha önemli bir kavramdır. Sünnetin önemini kelimenin kökenine inerek anlamak mümkün. Hepimizin bildiği gibi kırda, köyde, dağda üzerinde devamlı gidip gelinen patika yollar vardır. İşte sünnet kelime olarak bu tip bir yol anlamına gelmektedir. Arapların çölde yaşadığını düşünürsek bu yolun Arap için ne kadar önemli olduğunu anlarız. Kervanlar çölde daha önce geçip giden kervanların yollarını takip etmeye sürekli özen gösterirler. Eğer herhangi bir kervan diğer kervanların gidip geldiği yolu takip etmezse onun çölde kaybolma riski yüksektir.

İşte sünnetin bugünkü rolü daha çok bu mana temelinde ele alınmalıdır. Yani din alanında önceki bir örneklikten ilham alınarak yolumuzu çizmeye çalışırsak. Öyle ki bunu yapmadığımız takdirde çöldeki kervanların yollarını kaybetme riskine benzer bir riskle karşı karşıya kalacağımızı rahatlıkla ifade edebiliriz. “Gerçek şu ki, Allah’ı ve ahiret gününe korku ve ümit bekleyen ve O’nu her daim anan kimseler için Allah’ın elçisi bir örnek teşkil eder.” (Ahzap: 21)

Dinin anlaşılmasında ve yorumlanmasında bir referans olarak kabul edilmesi dolayısıyla başlangıcından itibaren herhangi bir tahrife ve dejenerasyona uğramaksızın hem Kur’an hem de Hz. Peygamber’in sünneti bize kadar intikal etmiştir. O halde problem, dini metinlerin bize ulaşmasında değil onlara yaklaşım tarzımızdadır.

Sünnete Nasıl Bakılmalı

Birincisi; Sünnet Hz. Peygamberlerin her yaptığı değildir. Sünnet dini bir kavramdır ve Peygamberimizin peygamber sıfatıyla yaptığı ve bizden talep ettiği konularda söz konusudur.

İkincisi; Hz. Peygamberin her hangi bir konuda dini bir sıfatla yapmış olması yetmez, o bu konuda talepte bulunması gerekir, bu talep açık doğrudan bir talep olabileceği gibi kapalı da (zımmen) olabilir. Örneğin; ezan, namazın kılınma şekli gibi…

Esasen talep yeterli değildir. Söz konusu talebin ne tür bir talep olduğuna da bakmamız gerekir. Kesin bir talep ise farziyet ifade eder, eğer isteğe bağlı bir talep ise müstehap veya nafile kavramlarıyla ifade edilir. O halde sünnet sadece farz-vacip dışında kalan nafile tasavvuru değil farz, vacip, mendup, müstehap, mekruh, haram kategorilerini içeren bir şemsiye kavramdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki sünnet boyutları itibariyle sadece fert olarak peygamberimizi kişisel olarak takipten ibaret değildir. Sünnetin toplumsal bir boyutu da söz konusudur. Nitekim O, Allah’tan aldığı mesajları insanlara iletmekle yetinmemiş, ikinci bir aşamada Medine Site devletini kurmak suretiyle sünnetine sosyal bir boyut kazandırmıştır.

Hz. Peygamber (sav) bununla da yetinmemiş bir adım daha atarak İslam’ın mesajının diğer bölgelere ulaşması için elçiler göndermiştir. Bu da Hz. Peygamber’in zihninde temsil ettiği değerlerin bütün insanlığa kazandırılmasıdır.

Unutmamamız gereken bir husus da sünnetin Kur’an’la içice olduğu gerçeğidir. Sünnet Kur’an’ın hayata açılımından başka bir şey değildir. Diğer bir ifadeyle Sünnet; Kur’an’ın hayata bireysel ve toplumsal bazda nasıl aktarılacağını gösteren bir model bir örnektir. Nitekim Hz. Aişe “O ‘nun ahlakı Kur’an’dı” derken Peygamber in yaşam biçiminin (sünnetin) Kur’an la içli dışlı Kur’an ın yaşanmış tefsiri olduğunu ifade etmeye çalışmıştı. Bazı İslam âlimleri “Hz. Peygamber yaşayan Kur’an’dı” diyerek sünnetin bu yönüne dikkat çekmişlerdi.

Dolayısıyla bugün bize düşen Hz. Peygamberin yaptıklarının aynısını yapmak değil, onun yaptıklarının benzerini yapmaya çalışmaktır. O’nun yaptıklarını bugünün şartları içerisinde yeni bir yorum ve yeni bir ruhla ama aynı hedefleri, temsil ettiği aynı ilkeleri muhafaza etmek kaydıyla yeniden üretmektir. Bu da yeryüzünde mücadele edilmesi gereken bölgesel ve küresel ölçekteki -Kur’an’ın fesat tabir ettiği- her türlü zulümle, haksızlıkla, sömürüyle, kıtlıkla, sosyal ve fiziki çevre problemleriyle yüz yüze gelmek ve bütün bunlara çözüm bulmaya çalışmakla mümkün olacaktır. Bunun içinde sadece Peygamberi anmak değil, yapıp ettiklerini kurumsallaştırmak gerek kişisel hayatımızda gerekse bütün insanlığa kazandırmaya çalışmak gerek. Bir anlamda bu “Siz insanlar için (tarih sahnesine) çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz” (Al’i-İmran: 110) ayetinde Müslümanlara biçilen misyondur.

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ