Adalet-i Mahza’dır Ütopyamız - rahle.org

Adalet-i Mahza’dır Ütopyamız - rahle.org

Adalet-i Mahza’dır Ütopyamız


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

İlyas ŞAHİN

Adaleti yazmanın ne kadar zor olduğunu bu kavramı araştırmaya başlayınca gördüm. Herhalde üzerinde en çok düşünülen ve fikir yürütülen kavram bu olsa gerek.

Öncelikle sözlüklere müracaat edelim:

"Adl" kökünden gelen "adalet" kavramı sözlükte; "insaflı ve doğru olmak, doğru davranmak, zulmetmemek, eşit olmak, eşit tutmak, her şeye hakkını vermek, düzeltmek, mutedil olmak, her şeyi yerli yerinde yapmak, istikamet ve hakkaniyet" anlamlarına gelir. "Adl" kökü Arapça'da "an" harf-i cerri ile kullanıldığında "doğruluktan ve yoldan sapmak ve meyletmek"; "ilâ" edatı ile kullanıldığında "dönmek"; "be" edatı ile kullanıldığında "denk ve eşit tutmak" anlamına gelir. (Diyanet İşleri Başkanlığı)

Düzenli ve dengeli davranma, her şeyin ve herkesin hakkını verme, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf ve eşitlik anlamında bir terimdir. Geniş kapsamlı bir kavram olan adaletin zıttı zulüm, gadr ve insafsızlıktır. (Şamil İslam Ansiklopedisi)

Adalet kavramı temelde hukuk kurallarına uygunluğu içerir. İnsanların toplum içindeki davranışlarıyla ilgili olduğundan ahlak ve din kurallarıyla da ilişkilidir ve tarih boyunca tartışmalı bir alan olmuştur. (Özgür web Ansk. Wikipedia)

Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması! (Türk Dil Kurumu)

Adaletin sözlükteki anlamına karşın, herkesin kafasında farklı bir adalet yorumu bulunmaktadır. Her dönemin adaleti içinde bulunduğu şartlara göre farklılık arz etmekte. Fakat genel anlayış itibariyle adaleti “bir şeyin yerine konulması şeklinde” tanımlamak mümkün.

Ali Bulaç da şöyle tanımlamış adaleti: Arapça bir kelime olan "adalet" adl kökünden türemiş olup bir şeyi yerli yerine koyma anlamına gelir. Adalet, zulmün karşıtı bir kelime olarak çoğunlukla "hakk" ile eşanlamlı olarak kullanılır. Bir şeyin yerli yerinde olmaması anlamında zulüm, doğası gereği "gadr ve insafsızlık" demektir. Her şeyin yerli yerinde olması adalettir; bu açıdan adalet, taşın tam gediğine konulması veya gediğinde olması halidir. (Ali Bulaç)

Zulmün olduğu her yerde daha çok aranır bir kavram adalet. Adalet talebini mazlum feryatlar yükseltir göklere. Ezilenlerin en büyük hayalidir adaletin ikamesi. Aristoteles der ki: “Zayıf, daima adalet ve eşitlik ister, hâlbuki bunlar kuvvetlinin umurunda bile değildir.”

Çağlar boyunca devam etmiş adalet ve zulmün savaşı, tabii ki adillerin ve zalimlerin savaşı da. Adaletin ikamesi için ölen fazilet timsali insanlar bu yolda meşale olmuşlar. Adaleti yaşayanlar ise yolun kendileri. Gandhi de der ki: “Adaletsizliği, adaletle yıkmak gerekir.”

Konfiçyus’a göre adalet hayatın merkezindedir. O olmadan denge olmaz ve düzen bozulur. “Adalet bir kutup yıldızı gibi yerinde durur. Geri kalan her şey onun etrafında döner” der.

İnsanın mutlak adaleti sağlaması asla mümkün değildir ama adil olması mümkündür ve gereklidir. “Toplumsal ve bireysel mutluluğun kaynağıdır” desek hiçte iddialı bir söz olmaz aslında. Emile Zola der ki “Adalet ancak gerçekten, saadet ancak adaletten doğabilir.”

Adaletin ikamesi mücadelesinde, sayısal ayrım söz konusu olmamalı kimi düşünürlerce. Bu doğru bir yaklaşımdır... Adaletsizlik, ister bir kişiye yapılmış olsun ister bin kişiye, zulümdür ve aslolan bu fiilin ortadan kaldırılmasıdır. Bir başka boyutuyla baktığımızda, o bir kişinin siz olma ihtimali de vardır. Bu durumda beklentiniz tabii ki adalet olacaktır.

“Bir kişiye karşı yapılmış haksızlık, bütün insanlığa karşı yapılmış haksızlık demektir”. (Emile Zola)

Adalet savaşı için bir ordu olmanız gerekmez ama yenilmez bir yüreğe sahip olmanız şarttır aslında. Bu mevcut durumu en güzel şekliyle yani insanlığa yakışır bir duruşla şenlendirdiğinizde, önünüzde zulüm dağları dursa dayanamaz parçalanırlar. Yol vermek zorunda kalırlar sizlere.

“Bir insanın sahip olabileceği en büyük erdem adalet vasfına sahip olmasıdır." (Ali Bulaç)

Düşünürlere göre adalet zordur ama en büyük erdemdir. Merkezdedir. Saadetin kaynağıdır. Devletin devamlılığı için olması şarttır. Adalet talebi genelde ezilmişlerden, zayıflardan gelir. Bir kişinin hakkı bütün insanlığın hakkıdır.

Tabii ki herkesin aynı şeyi düşünmesi olanaksızdır. Adalet kavramını da kişi yaşadığı ortam, hayat şartları, inandığı din ve felsefesinin etkisiyle farklı yorumlamakta ve ortaya birçok adalet tanımı çıkmaktadır.

Yani hücredeki mahkûmun adaleti ile devletin tepesindekilerin adaleti arasında hücre ve saray kadar fark vardır. Oturana sorsan "adalet nedir?" diye, “beni yerimden kaldırmaman” der. Koşana sorsan "adalet neyi gerektirir?" diye, “koşmayı, durmamayı” der.

Bu farklı yorumlar arasında Said-i Nursî'nin adalet tasavvuru son derece dikkat çekicidir. Üstad, Maide Suresi 32. ayetin tefsiri ile yola çıkarak adaleti şu şekilde anlatmış:

"Adalet-i mahzâ ile adalet-i izafiyenin izahı şudur ki (Maide Suresi, 5:32) ayetin mânâ-ı işarîsiyle, bir mâsumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir. Adalet-i izafiye ise, küllün selâmeti için cüz'ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenüşşer diye bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır. Fakat adalet-i mahzâ kabil-i tatbik ise, adalet-i izafiyeye gidilmez. Gidilse zulümdür." (Mektubat. 15. Mektup)

Adalet-i mahza, “Tam ve mükemmel adalet; bir ferdin hakkını, bütün insanlar için de olsa, feda etmeyen adalet” şeklinde tarif edilir. Adalet-i izafiye ise, “Küllün selâmeti için, cüz’ü feda eden adalet tarzı; cemaatin menfaati için, ferdi feda eden adalet şekli”dir.

İslamî bir pencereden bakan kimse için her işte Allah’ın (c.c) rızası aranır. İşte tam burada maslahat, akıl, şartlar gibi gerekçelerin ulaşamayacağı bir ideal beliriyor. Bir ferdin hakkını, bütün insanlar için de olsa, feda etmeyen adalet. 

O'nun katında hak haktır, küçüğü, büyüğü olmaz. Böyle bir inanç ne yücedir. Bir toplumun selameti için hakkından feragatta bulunmak kişiye bırakılıyor. Hakkından vazgeçmezse kimse ona dokunamıyor, bir şey söylemiyor, hatta yan gözle bile bakmıyor. 

- Peh, bu ütopyadır...

- Bizim işimiz ütopyalarla kardeşim! 

Bu adalet anlayışı en saf, en berrak, en katıksız, en adil adalet anlayışıdır. Küllî için cüz'i'den vazgeçmeyen anlayış tüm haksızlığa uğratılmışların tercih edeceği, doğruya en yakın anlayıştır. Mazlumların sesidir, onların anlayışıdır.

Bir gün Mahzumoğulları kabîlesine mensup eşraftan Fâtıma adında bir kadının hırsızlık yaptığı söylenerek Peygamberimiz'in (s.a) huzuruna getirilmişti. Kadının elinin kesilmesine hükmedildi. Fakat daha önceki gelenek ve alışkanlıklara göre Kureyş'ten olan asil bir kadın hakkında suç işlemiş olsa dahî böyle bir hüküm verilemezdi. Hükmün infâzının durdurulması için Kureyş'in ileri gelenleri Hz. Peygamber'in çok sevdiği Üsâme b. Zeyd'i araya koyarak bu kadının affedilmesini istediler. Üsâme'nin böyle bir şefaatte bulunması Hz. Peygamber'e (s.a) çok ağır geldi. Hemen ashâbını mescidde toplayıp bu konuda onlara şöyle hitap etti:

"Ey insanlar! Sizden evvel yaşamış toplumların neden dolayı yollarını şaşırıp saptıklarını biliyor musunuz? Asilzâdeleri bir hırsızlık yaptığı zaman onu affeder, zayıf ve kimsesizleri bir şey çalarsa onları cezalandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki, böylesine kötü bir hırsızlığı Mahzum kabilesine mensup Fatıma değil, kendi kızım Fatıma yapmış olsaydı, kesinlikle onun elini kestirirdim." (Müslim, Hudûd, 2)

Adalet'in ikamesi öyle bir iradeyi gerektirir ki, bütün insanlar için de olsa bir insanı feda etmezsiniz. Bazen de bütün insanlar bir insanının affı için kendini feda eder affetmezsiniz. Tabii ki adaletle karar verenler için en güzel müjdeler ve makamlar vardır. Resulullah (s.a) buyurmuştur:

"Hükmünde, yönetimi ve velâyeti altındakiler hakkında adîl davrananlar, Allah katında nurdan minberler üzerinde olacaklardır." (Müslim, İmâre, 18)

"Adil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allah'ın yüce lûtfuna ve himâyesine mazhar olacakların öncüleridir." (Buhârî, Edep, 36)

Hz. Muhammed’in hayatında adaletin önemini örnekleriyle görebilmekteyiz. Peygamberliği öncesinde daha 25 yaşlarındayken hilfu’l fudul (faziletliler antlaşması) onun sosyal hayata ve adalete bakışı ortaya koymuştur.

"Vallahi, bundan böyle Mekke'de yerli olsun, yabancı olsun, zulme uğramış hiç bir kimse bırakmayacağız. Zulme meydan vermeyeceğiz. Mazlumlar zalimlerden haklarını alıncaya kadar mazlumlarla birlikte hareket edeceğiz. Denizlerin bir kıl parçasını ıslatacak suları kalmayıncaya, Hira ve Sebir dağları yerlerinden silinip gidinceye, Kâbe'ye istilam ibadeti ortadan kalkıncaya kadar bu ahdimizde sebat edeceğiz" diye söz vermişler ve sözlerini tutup gereğini yapmışlardır.

Yine aynı şekilde Medine’de içlerinde Yahudilerin de bulunduğu on sekiz kabile ile imzaladıkları Medine sözleşmesi de sosyal adalet ve barış temeli üzerine yazılmış ve uygulanmıştır.

İnsanların farklı ortamlar, koşullar, fiziki durumlar ve şartlarda yaratıldıkları dünyada, mutlak adaleti uygulamak imkânsızdır. Zengin bir ailenin çocuğu olarak doğmak ile kimsesiz, fakir bir ailenin çocuğu olarak doğmanın; bedensel ve yahut zihinsel kusurla doğmak ile sağlıklı doğmanın; sıkıntılı meşakkatli bir ömür ile dertsiz tasasız bir ömrün arasındaki adaleti anlamamız ve aralarında eşitlik bekleyip adaleti uygulamak istememiz bizim işimiz değildir. Ayağımızın altındaki toprak ile başımızın üzerindeki bulut arasında nasıl bir adalet mekanizması işletilmeli? sorusunun muhatabı biz olmadığımız gibi... Bu Adil-i Mutlak’ın işidir:

"Allah, gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hâkim olan O'ndan başka ilah yoktur." (Al-i İmran: 18)

Allah’ın bir ismi de El- Adl’dır ki işte mutlak adalet sahibi, sonsuz adalet sahibi O’dur. Her hususla ilgili O’nun işaretlerine muhtaç olduğumuz gibi, bu önemli kavramla ilgili yine O’nun işaretlerine başvuruyoruz:

"Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor." (Nisa: 58)

"Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın." (Nisa: 135)

Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır." (Maide: 8)

"Aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever." (Maide: 42)

"Musa'nın kavminden hakka ileten ve onunla adalet yapan bir topluluk vardır." (Araf: 159)

"Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet vardır." (A'raf: 181)

"Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz." (Nahl: 90)

"Tartıyı adaletle tutup-doğrultun ve tartıyı noksan tutmayın." (Rahman: 9)

"Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever." (Mümtehine: 8)

Adaleti ayakta tutun, her işi ehline verin, insanlar arasında adaletle karar verin, eksiksiz ölçün, herkese adaletle muamele edin. Adaleti uygularken zengin, fakir ayrımı yapmayın. Akraba da olsalar, aleyhlerinde de olsa adaleti uygulayın. Böyle yapın çünkü Allah adalet sahiplerini sever.

Bu somut emirlerin tamamı pratiğe yönelik emirlerdir. Toplumsal, sosyal adaleti hedeflemektedir. Bu merkezden hareketle; adaletle yönetilmeyen toplumların dünya içindeki bir gayya çukurunda bulunduğunu söyleyebiliriz. Sonuç olarak bizim ütopyamız Adelet-i Mahzadır...

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ