Rahle Yayın Kurulu
[Abdullah Eğilmez] Arkadaşlar hoş geldiniz. Bildiğiniz gibi gündemimiz İnsan Hakları. İnsan Hakları başlığının pratik karşılığı nedir? Öncelikle İnsan Hakları kavramının ortaya çıkışını değerlendirebilir miyiz?
[Ammar Ziya] Tarihe baktığımızda şöyle bilgiler elde etmek mümkün:
“1215 tarihli Magna Carta’nın İngiliz hukuk tarihi için ayrı bir önemi olduğu kadar, günümüzde Uluslararası Hukuk ve Anayasa Hukuku için de önemi büyüktür.
Modern insan hakları hukukunun büyük bir kısmının ve insan haklarının en modern yorumlarının görece yakın tarihte izleri sürülebilir. 1689 tarihli İngiliz Yurttaş Hakları Beyannamesi (İnsanların Hak ve Özgürlüklerini ve Kraliyetin Halefliğinin Düzenlenmesini Beyan Eden Kanundur) İngiltere'de baskıcı hükümet uygulamalarını yasadışı saymıştır.
18. yüzyılda iki büyük devrim meydana geldi: 1776'da ABD'de ve 1789'da Fransa'da. Bunlar ciddi hak kazanımları sağlayan iki sonucun elde edilmesine neden oldu: Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi... Ek olarak 1776'daki Virginia Haklar Beyannamesi bir dizi temel hak ve özgürlükleri sağlamıştır.
Bunları 18. ve 19. yüzyıllarda Thomas Paine, John Stuart Mill ve Hegel gibi düşünürler tarafından "insan hakları" felsefesinde gerçekleştirilen ilerlemeler takip etmiştir. İnsan Hakları terimi büyük olasılıkla Paine'in "İnsan'ın Hakları" isimli eseri ve William Lloyd Garrison'ın 1831'de The Liberator'de çıkan ve "okuyucularına insan haklarının esas nedenini yazmaya çalıştığını" anlattığı yazıların yayınlandığı dönemde kullanılmaya başlandı.
Birçok grup ve hareket insan hakları adına 20. yüzyılda çok büyük toplumsal değişimleri gerçekleştirdiler. Batı Avrupa'da ve Kuzey Amerika'da, sendikalar çalışanların greve gitme hakkını garanti altına alan, asgari çalışma koşullarının oluşturulmasını sağlayan, çocuk işçilerin çalışmalarını düzenleyen veya çalıştırılmalarını yasaklayan yasaların çıkarılmasını sağladılar. Kadın hakları hareketi "kadının oy verme hakkı"nın kazanılmasında başarılı oldu.
Ulusal bağımsızlık hareketleri sömürgeci güçleri ülkelerinden çıkarttılar. En etkileyici bağımsızlık hareketlerinden birisi Hindistan'ı İngiltere'nin sömürgesi olmaktan çıkaran Mahatma Gandhi'nin hareketidir. Uluslararası Kızıl Haç Komitesi'nin kurulması, 1864 Lieber Sözü ve gene 1864'teki ilk Cenevre Sözleşmeleri iki dünya savaşından sonra daha da geliştirilecek olan Uluslararası İnsaniyet Yasası'nın temellerini atmıştır.
Dünya savaşları, inanılmaz boyuttaki insan kayıpları ve büyük insan hakları ihlalleri modern insan hakları belgelerinin gelişiminin arkasındaki itici güç olmuştur. Milletler Cemiyeti I. Dünya Savaşı'nı takiben 1919'da yapılan Versailles Barış Antlaşması'nda yapılan görüşmelerde kuruldu. Cemiyet'in hedefleri şunlardı: Silahsızlanma, ortak güvenlik çerçevesinde savaşı önleme, diplomasi ve görüşmeler yoluyla ülkeler arası anlaşmazlıklara çözüm bulmak ve küresel refahı artırmak. Daha sonra Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi'nde yer alacak olan hakların çoğunu savunma kararlılığı da kuruluş amaçlarında vardı. 1945'teki Yalta Konferansında Müttefik Güçler Cemiyet'in rolünü oynamak üzere yeni bir yapı kurma kararı aldılar. Bu yapı Birleşmiş Milletler (BM) olacaktı. BM kuruluşundan bugüne kadar uluslararası insan hakları hukukunun uygulanmasında önemli bir rol oynamıştır.”
[Harun Emre] Bence bu tarih şöyle de okunabilir: 2. Dünya Savaşı ile oluşan dünya krizi global bir çözüm arayışını doğurdu. Böylece batı sadece kendi coğrafyasında değil, tüm hinter-land'ında (arka bahçesinde) ihtiyaç hissettiği öngörülebilir, yönlendirilebilir veya yönetilebilir süreçler “barış ortamları” oluşturmak istiyordu. Bu ihtiyaç İnsan Hakları'nın tanımlanmasını doğurdu. Böylece kendisinin şekillendirdiği, şekillendiremediğinde İnsan Haklarını koruma veya ihlalleri engelleme adına müdahale edebildiği zeminler hazırladı. Böylece İnsan Haklarını bir nevi truva atı olarak kullandı. Bu insan haklarını vermek değil, çıkarlarını korumaktı...
Olaya bu şekilde yaklaşmak belki biraz insafsızca gibi görünse de geçmişe bakıldığında yaşanılan trajediler bunun açık bir örneği.
Çıkarlarının tehlikeye düştüğü durumlarda şahin kesilip ordularını seferber eden ABD (BM) , bırakın bir insan hakkının gaspını, İnsanlığın yok edildiği, soykırımın bütün dünyanın gözünün içine baka baka yapıldığı Bosna’da, Çeçenistan’da, Filistin’de ... gözlerini kapatıp 3 maymunu oynamış, oynuyor ve oynayacaktırlar.
[Abdullah Eğilmez] İnsan Hakları kapsamı nedir? Ne ifade ediliyor? Nasıl anlaşılıyor?
[Ammar Ziya] Bütün insanlara tanınması beklenen (minumum seviyede) ideal haklar bütünüdür. Birleşmiş Milletlerin genel "insan hakları" tanımı bu anlamda derli toplu bir tanımdır.
[Faruk Salim] “İnsanlık ailesinin bütün üyelerinde bulunan haysiyetin ve bunların eşit ve devir kabul etmez haklarının tanınması hususunun, hürriyetin, adaletin ve dünya barışının temeli olması” tanımı yerinde. İnsan olan başkasına zulmetmeyi istemez mesela. Vicdan, onur, haysiyetin ortaya çıkardığı prensipler ve ilkeler diye özetleyebiliriz.
İnsan Hakları insanlık için esenlik ister. Esenlik sağlama iddiası ise sadece dinlerde var fakat bu hakkı beyan edenler seküler kimliklerdir; yani insanları bu hedefe doğru yürütme, bilinç kazandırma dinamiklerine sahip değildirler. Çelişkili ve kısır bir süreç var. İnsan doğal olarak barış ister fakat çoğu zaman bunu ortaya çıkaracak asıl güçten uzaklaşır. Şüphesiz ki özelde bu Allah'ın kendisidir ve O'nun insanlara koyduğu özgün adı "barış" olan "İslam" kelimesinde gizlidir. İslam vicdanından zuhur eden eğilimler yer küreye mutlak barış vaat etmektedir. İnsanı en güzel biçimde inşa edecek, ahsen-i takvimi oluşturacak güç sadece ve sadece İslam'dır. Sahiplenilmeyen kuru kurallar ve prensipler değil...
[Ensar Kara] “Bütün insanlara tanınması beklenen (minumum seviyede) ideal haklar bütünü” tanımına katılıyorum. İnsanların hakettiği, fıtrattan gelen, fıtrata uygun temel haklar... İnsanların zalimleşmesi, özgürlükleri kısıtlaması insan haklarının tanımlanmasını gerektirmiş. Allah (c.c) insanı yaratmakla birlikte haklarda bahşetmiştir.Misal özgürlük vermiştir hatta öyle bir özgürlüktür ki bu kendini yaratanı kabul etmeme halini bile içermektedir. Rızık vermiştir.Yaşam hakkı vermiştir. Allah (c.c) tarafından insana verilen bu haklar ne yazık ki insanlık tarihine baktığımızda insanlar tarafından birbirlerine çok görülmüştür.İşte İnsan Hakları Beyannamesi de tümüyle altına imza atılmasa bile genel olarak kabul edilebilecek hakları ihtiva ettiğinden şerhli olarak desteklenebilecek bir bildiridir.
[Harun Emre]: İnsan hakları değerlendirilirken insanların her istediklerini yapabilmelerini hedefleyen özgürlük hayallerinden bahsetmiyoruz. Çünkü insanlık aleminin büyük bir çoğunluğu daha temel ve hayatî konularda büyük sıkıntılar yaşamakta, işte burada insanın yaşamsal haklarını sağlamak, genişletmek ve rahatlatmak ekseninde düşünmek lazım.
Kendi medeniyetlerinde çok sancılı ve kanlı olaylar sonunda tanımak zorunda kaldılar bu hakları... Sonra bunu diğer toplumlara yayarak, oralarda bulunma zeminlerini ve garantisini sağlamak amacını benimsediler. Zira huzurun ve barışın hakim olmadığı topraklarda yönetimi şekillendirmek, var olan zenginlikleri sömürmek kolay olmayacaktı. Böyle acımasız bir eleştiriyi yaparken bu beyannameyi kendisine mal eden BM'nin Bosna'da, Çeçenistan'da, Afganistan'da, Irak'ta, Gazze’de veya herhangi bir Afrika ülkesinde yaşanan katliamlara nasıl göz yumduğu hepimizce malum bir gerçek.
Tüm bunlara rağmen, yani arka planındaki ve uygulanışındaki tüm arızî durumlara rağmen salt metin üzerinden bakarak ve metnin üzerindeki geniş konsensüsü düşünerek yine de bir hayra vesile olabilme ihtimalini düşünebilir miyiz?....
Bence İnsan Hakları şu şekilde temel bir düşünce ekseninde ele alınabilir: Yaratanın insanı yaratmasındaki verdiği değer ile bir insana yaklaşmak, bizden olanlara nasıl davranılmasını istiyorsak diğerlerine de aynı hakkı verecek düzenlemelere gitmek ve bunu vaad etmek... Biz, bizim himayemiz altındaki gayr-i Müslime nasıl davranırsak (zira bizim için tek ayrım noktası imandır), bizim hakim olmadığımız yerlerde de onlardan Müslümanlara aynı şekilde muamele etmelerini isteyebiliriz.
[Ensar Kara] Bana göre İnsan Hakları Beyannamesinin kökeni dinî temellerdir. Beyanname dünyanın kaosuna karşı, esenlik arayan ortak aklın ortaya çıkardığı ve yaşadığı, sahip olduğu dinî birikimle üretilmiştir.
[Ammar Ziya] İnsan Hakları Beyannamesi, dini bir nesne olarak ele alıyor. Halbuki biz dini özel anlamda İslam'ı dönüştürücü bir kuvve ya da hayatın kendisi olarak değerlendiriyoruz.
[Faruk Salim] İslam'ın tüm insanlara ister iman etsin isterse etmesin tanıdığı haklar İslam'ı tanımayan birisi için şaşırtıcı olabilir. Zira ister inansın ister inanmasın İslam'ın, insanın onur ve haysiyetine verdiği değer bir çokları için hayal mertebesindedir; bir ütopyadır... Oysa her insan Allah'ın yaratması ile üstündür ve hakları Allah tarafından korunmuştur. Her insan Müslüman olma potansiyelini barındırır. Halbuki benzer dinlerde mesela Yahudilik'te diğer insanlara verilen bir haktan bahsedilmez, örneğin Gazze vahşeti. Yahudilerin diğer milletleri yok etmesi onların açısından İnsan Hakları ihlali değil, dinî bir gerekliliktir.
[Abdullah Eğilmez] Peki batıdaki İnsan Hakları pratiği nasıl görünüyor?
[Ammar Ziya] Avrupa ve ABD kendi içinde, kendi halkına genel anlamda deklere ettiği hakları vermiştir ancak kendinden olmayanlara karşı sınıfta kalmıştır. Örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkeme'sinin hem Türkiye'deki hem de Fransa'daki başörtülü eğitim taleplerini madde 26 eğitim haklarının ihlali olarak almaması bu kapsamdadır.
[Abdullah Eğilmez] Ben bu sözden şunu anlıyorum. Mesela “hiç kimse keyfi olarak tutuklanamaz, alıkonulanamaz veya sürülemez” tezine karşı Amerika'da hiç keyfi tutuklama olmamıştır mı deniyor?
[Faruk Salim] Ben buna katılmıyorum. Mesela doğu-batı bloku sonrası komünist diye asıl unsurlara karşı uygulamaları ile sınıfta kalmıştır. Kızılderililer, zenciler ya da tebası altındaki Çinli veya sarı ırklara uygulanan muameleler ya da Müslümanlara karşı durumları alenen hak ihlalidir.
[Harun Emre] İnsan Hakları'nı koruyan yazılı hukuktur ve hukuk sınırları dahilindedir. Mesela Guantanamo örneğinde olduğu gibi kendi hukukları ile çelişmemek için kendi sınırları dışında bir ortamda İnsan haklarını hiçe saymaktadırlar. Yani ahlaki bir yaklaşım değildir onların yaklaşımı. Oysa bir Müslüman için böyle bir "hile-i şerriye" düşünülemez. Onlar açısından insan haklarının en işlevsel yönü kendi toplumundaki hukuku belirlemek değil sınırları dışında ki yerlerde yaşayan vatan-daşlarının haklarını, sömürgelerini koruma hedefine dönüktür.
[Ammar Ziya] ABD'de zencilere uygulanan yasaklar İnsan Hakları açısından ihlaldir. Belki zencilere yasal olarak hak verilmiş olabilir, ancak toplumda bu bilinç verilmemiş ve yasal olarak haklar korunmamıştır. Ancak diğer milletlere karşı haçlı zihniyeti ile hareket etmektedirler.
[Ensar Kara] Yasal olarak İnsan Hakları Beyannamesinde ifade edilen haklar verilmiştir. Fakat yönetmeliklerle yapılan şekillendirmeler var. Mesela eğitim hakkı verilmiştir: “Başörtüsünü çıkar, eğitimini yap!” şeklinde. Başörtülü eğitime izin verilmemesinin gerekçesini ise şu şekilde ifade ediyorlar: Açık olanların eğitim hakkını korumak için kapalı olarak eğitimin sürdürülmesi mümkün değildir! Yani genel anlamda yazılı hukukta İnsan Hakları Beyannamesi ihlali yoktur. Bunu tespit etmek lazım.
[Faruk Salim] Bu tür bir durumda bu beyannameye imza atanların birbirlerine karşı bir yaptırımları olmakta mıdır? Bunlar politik menfaatler için çoğu zaman bir koz olarak tanımlama ahlaksızlığına sahip bir düşüncenin bu kuru ilkeleri gündeme getirerek muhaliflere karşı duruş olarak karşımıza çıkabilmektedir.
[Abdullah Eğilmez] İnsan Hakları kavramının İslam medeniyetinde zuhuru nasıl olmuştur? Etkileri nedir?
[Faruk Salim] Batıda insanlar birbirini katlederken, "zenciler ve diğer ırklar Allah'ın ayaklarından mı yoksa başından mı yaratıldı?" meselesi tartışırlarken; İslam medeniyetinde İstanbul'da, Bağdat'ta veya Kur tuba'da diğer Hıristiyan zımmîler emniyet içinde ticaretini yapabiliyorlardı, yurtlarına döndüklerindeyse gördüklerini binbir gece masallarındaki gibi halka aktarıyorlardı. İslam diyarları insaniyet ve teknolojide kat be kat ilerideydi. Kaynaklarda bulunabilecek yüzlerce örnekleri vardır. Chatfeld diyor ki: “Araplar, Türkler ve başka Müslümanlar, Hıristiyanlara karşı, batılı milletlerin, yani Hıristiyanların Müslümanlara karşı uyguladıkları muamele ve gaddarlığın aynını yapmış olsalardı, bugün doğuda tek Hıristiyan kalmazdı.”
[Harun Emre] İslam medeniyetinde zaten "insan hakkı" ihlali yoktur olamaz, İslam'a aykırı olur. İslam ahlakı ve medeniyeti izin vermez. Bireysel problemler olabilir. Ama burada da hukuk müessesesi devreye girecektir. Ancak böyle bir beyannameye ihtiyaç olmamıştır, olmayacaktır. Çünkü (temel mevzularda) bu beyanname ile çelişen bir İslam uygulaması yok. Ama toplum ahlakının korunması bağlamında bir takım kısıtlamaları İslam Şeriatı öngörebilir, bu da bir ihlal değil, disipline etmektir. Beyannameden tanınan haklardan çok daha fazlası zaten insanlara verilmiş durumdadır ya da bunlar yani kısıtlanan mevzular zaten akaide karşı, dini hayatın dışına çıkma talepleri şeklindeki akaide muhalif beklentilerdir ki, birilerinin beklediği bu şey de zaten mümkün değildir.
[Ammar Ziya] Hukukta cezaya bakılarak verilen hak anlaşılır. İslam’da bir insanı haksız öldüren kişi kısas edilir. Bu prensibe bakıldığında İslam’ın insanın hayatına, yaşama hakkına verdiği muhteşem bir değer görülüyor.
Diğer Yandan İslam medeniyetinde “İnsan Hakları” diye bir kavram yoktu. Modern ulus devletler sürecinde BM ile gündemlerine geldi.
[Abdullah Eğilmez] Arkadaşlar, İslamî literatürde İnsan Hakları konusunda denk düşen prensipler nelerdir?
[Faruk Salim] Mesela Medine Vesikasında deniliyor ki "Mü'minler kendi aralarında ağır malî mes'uliyetler altında bulunan hiç kimseyi (bu halde) bırakmayacaklar, fidye-i necât veya kan diyeti gibi borçlarını iyi ve mâkul bilinen esaslara göre vereceklerdir." Bu şu anlama geliyor: İslam insanların borç yükü altında ezilmesine bile müsaade etmiyor. İnsan Hakları bildirgesinden çok daha fazla insan hakkı 1400 sene öncesinde teminat altına alınmış durumda, ya da bugün batı sırtını İslam dünyasına döndüğü için İslam'ın 1400 sene önceki seviyesine erişememiş durumdadır.
"Yalnız kim haksız bir fiil irtikâb eder veya bir cürüm îkâ eder, o sadece kendine ve âile efradına zarar vermiş olacaktır" prensibi yine söz konusu beyannameden fazlasını önermektedir. Aile ve akraba çevresini, oluşan suçtan dolayı mesul tutmaktadır.
Keza "Yahudilerden bize tâbi olanlar, zulme uğramaksızın ve onlara muârız olanlarla yardımlaşılmaksızın, yardım ve müzâheretimize hak kazanacaklardır." prensibinin de İnsan Hakları Beyannamesinin "serbest dolaşım ve serbest yurttaşlık ve sığınma talebi" prensibinin aslı gibidir.
"Yahudilerin dinleri kendilerine, mü'minlerin dinleri kendilerinedir" prensibi, İnsan Hakları Beyannamesinin "dinlerini serbestçe yaşayabilme" prensibinin 1400 yıl önceki ifadesi değil de nedir?
"Muhakkak ki zulmedilene yardım edilecektir" prensibiyle zalimin yanında yer almama aynı eksendedir. "Her bir zümre, kendilerine ait mıntıkadan (gerek müdafaa ve gerekse sâir ihtiyaçlar hususunda) mes'üldür" prensibiyle, beyannamenin "Her şahsın, şahsiyetinin serbest ve tam gelişmesi ancak bir topluluk içinde mümkündür ve şahsın bu topluluğa karşı görevleri vardır" maddesi birbirlerinin şerhi olarak görmek de mümkündür.
Hele son maddelere bakın: Medine Vesikası'nın "Bu kitap (yazı), bir haksız fiil îka eden veya cürüm işleyen (ile cezâ) arasında engel olarak giremez" maddesi ile İnsan Hakları Beyannamesinin "İş bu beyannamenin hiçbir hükmü, herhangi bir devlete, zümreye ya da ferde, bu beyannamede ilan olunan hak ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyete girişme ya da eylemde bulunma hakkını verir, şeklinde yorumlanamaz" maddesi birbiri ardınca okununca bir intihal (çalıntı) hissi uyanıyor sanki.
Ama Medine Vesikası'nın Müslümanlara ayrı imtiyaz tanımasının, İnsan Hakları'nın yanında, toplumu oluşturan asıl unsurun kendi mensuplarını özel olarak koruduğu gerçeğini tespit etmelidir.
[Ammar Ziya] Ben de şunları söyleyebilirim ki;
"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının" (Nisa: 1) ayeti ile beyannamenin "Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler" maddesi benzemektedir.
"Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır." (Hucurat: 13) ayeti de "Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir akide, milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin iş bu Beyannamede ilan olunan tekmil haklardan ve bütün hürriyetlerden istifade edebilir" maddesi benzemektedir yine.
Bu şekilde beyannamenin bütün maddelerinin ayetlerde birer karşılığını görmek mümkündür. Ayetler ile bu metin arasında 14 asır ve dil farkı da dikkate alındığında anlam dünyalarındaki paralelliği görmek mümkündür. Ancak ayetleri bu konuda paralellik kurmak için zikrederken en hakiki insan haklarının İslam'da olduğu gibi bir ispat derdinde de değilim. Sadece İnsan Hakları denen şeylerin İslam literatüründe birer durum olduğunu tespit etmektir niyetim. Zaten beyanname ile ayetler arasında birebir örtüşme /tercüme olmamasının nedeni de bu olmalıdır.
[Abdullah Eğilmez] Türkiye'deki İnsan hakları örgütleri hangi yelpazede yer almaktadır?
[Harun Emre] Bu kapsamda İnsan Hakları Derneği, MazlumDer, İHH, Deniz Feneri vb. dernek ve vakıflar, Sendikalar, Odalar, Sosyal Dayanışma Dernekleri ifade edilebilir. Ben bir örgütün insan hakları konusunda faaliyet gösteren örgüt sayılabilmesi için şu iki şartı sağlaması gerektiğini düşünüyorum. Evvela Tüzüğünün İnsan Haklarına önem vermesi, sonra İnsan Hakları konusunda yoğun faaliyet gösteriyor olması gerekir. Bu çerçevede köy dernekleri gibi Sosyal Dayanışma Derneklerini İnsan Hakları Örgütü saymamak gerekiyor. Bu eksende Deniz Feneri vb. dernek ve vakıfları, Sendikaları, Odaları da İnsan Hakları örgütü saymamalıdır. Sadece İnsan Haklarından faydalanan birer örgüttürler.
[Faruk Salim] Ben Sendikaların işçilerin hakları ekseninde kurulsalar da birer İnsan Hakları örgütü olduğunu düşünüyorum.
[Abdullah Eğilmez] İnsan Hakları örgütlerinin dünyaya ve ülkemize katkısı ne oldu?
[Ensar Kara] Katkılarından bahsetmeden önce insan hakları denince akla gelen örgütlere bakmak lazım.
En bilinen örgüt UAÖ (Uluslararası Af Örgütü)dür.1961'de Londra'da bir avukat tarafından kurulmuştur. Uluslararası Af Örgütü , Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi ve diğer uluslararası standartlarca belirlenmiş her türlü insan hakkını savunma ve teşvik etmeyi amaç edinmiş uluslararası bir sivil toplum kuruluşudur. Özellikle düşünce suçlularının serbest bırakılması, siyasî suçlularının adil bir şekilde yargılanması, işkence, idam ve tutuklulara gösterilebilecek her türlü zulmün bertaraf edilmesi, siyasi cinayet ve adam kaçırma ve her türlü insan hakları ihlaline karşı durulması konusunda çeşitli kampanyalar düzenler. Çalışma tarzları genellikle İnsan Hakkı ihlali olarak gördükleri konuda karar alma konumunda bulunan görevlilerin
etkilenmesi için kampanyalar düzenlemektir. Mesela son üç gündemleri şunlardır : "SUUDİ ARABİSTAN, Abdullah Fandi al-Shammari (1981 ya da 1982 yılında işlenen bir cinayetten dolayı ölüm cezası almış. Uluslararası Af Örgütü, şahsın adil yargılanmadığını düşünüyor). Türkiye, Zorla Geri Göndermeme, Özbek Mülteciler (Türkiye'den İran sınırına götürülerek hukuka aykırı sınır dışı işleminden sonra İran hükümeti ile ilişkisi olmayan kimliği belirsiz bir grup, Özbek mülteci grubunu rehin almış ve ölümle tehdit etmişler.) İRAN, 15'i çocuk 24 Özbek, Zorla Geri Gönderme / Güvenlik Endişesi (İran yetkililerinin bu grubu Özbekistan’a zorla geri göndermesinden endişelenmektedir.) Dikkat edilirse genelde konu İslam dünyası olmakla beraber, talepler cari hukuka aykırı olarak gerçekleşen hak ihlalleridir.
Türkiye'de bildiğiniz gibi ilk akla gelen İHD (İnsan Hakları Derneği)'dir. Bu örgüt 1986'da kurulmuş bir STK olup tek ve belirli amaç olarak, "insan hak ve özgürlükleri" konusunda çalışmalar yapmayı hedeflediğini deklere etmektedir. Kurumsal kimliğinde "Hükümet dışı, gönüllü bir insan hakları kuruluşu", "Her koşulda ve dünyanın her yerinde ölüm cezasına", "savaşa ve militarizme", "işkenceye karşı" olmak, "adil yargılanma ve savunma","Düşünce ve inanç", "İfade", "Örgütlenme" özgürlükleri, "Kişisel, siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel haklar ile dayanışma hakları" talepleri öne çıkarılmaktadır. Dernek çalışmalarında tutuklanma ve bu süreçte oluşan ihlaller ve ihlallerin neden olduğu arızların rehabilitasyonu alanındaki faaliyetleri öne çıkmaktadır. Derneği ve vakfını genellikle aktivist sosyalistlerin sahiplenmesi nedeniyle ülke genelinde dar hizipçi yaftası yemekten kurtulamamıştır. Genellikle ihlal raporlarının örneklerinin de sosyalistler olması bu tarz bir okumayı mümkün kılmaktadır.
Türkiye'deki insan hakları konusundaki bu hizipçi görünüm karşısında 1991'de "kim olursa olsun zalime karşı, mazlumdan yana" sloganıyla MazlumDer (İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği) kuruldu. "İnsan haklarını, insan haysiyetiyle ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan, bu sebeple de zulüm niteliği taşıyan; ekonomik, sosyal, hukuki, psikolojik, kültürel ve fiili her türlü engelin kaldırılması, zulme uğrayan başta insan olmak üzere bütün varlıkların doğalarının korunması amacıyla her türlü mücadeleyi vermeyi", "her türlü işkence, hakaret ve tecavüze karşı mücadele", "zalimleri ve zulmü teşhir", "Mağdur ve mazlumlarla dayanışma"yı faaliyet alanı olarak tanımladı. Genelde muhafazakar insanların sahiplendiği dernek İHD gibi tek bir bloğun haklarını savunan dernek olma görünümüne sahip olmamak için çalışma alanını, örneklerini, etkinliklerini geniş tutmaktadır. Bu çerçevede mesela İHD'nin etkinliklerine temsilci göndermektedir. MazlumDer "insan haklarının evrensel olduğuna inanmaktadır. Çünkü insan haklarının kaynağı, kişinin insan olarak yaratılmış olmasıdır. Dolayısıyla insan haklarının temelinde doğal hukuk/ilahi hukuk bulunmaktadır. İnsanlar arasında, bu temel haklar bakımından bölgesel ya da kültürel farklılık olabileceğini düşünmek, Allah'ın yarattığı insanlar arasında ayrımcılık yapmaktır. İnsan hakları, Yaratıcı'nın hiçbir istisna söz konusu olmaksızın ve tam bir eşitlikle insanlık ailesinin her bireyine tanıdığı insanlık onuruna bağlı olan haklardır. İnsanlık onurunda din, dil, cins, renk, ırk ve kavim farkı gözetilmediği gibi, insanlık onuruna sıkıca bağlı olan ve yaralanılabilmesi için insan bireyi olmaktan başka şart aranmayan insan haklarında, hiçbir farklılık ve ayrıcalık söz konusu olamaz." şeklinde düşünmektedir. Bu nedenledir ki İnsan Hakkı ihlali olarak genel anlamda cari hukukun ihlali anlaşılırken, MazlumDer yasanın bizzat kendisinin bir insan hakkı ihlali oluşturacağı tespitinden hareketle mesela "Başörtüsü ile eğitim" talebini de bu çerçevede değerlendirdiği görülmektedir.
Burada İHH (İnsan Hak Ve Hürriyetleri Ve İnsani Yardım Vakfı) da saymak lazım. Her ne kadar İHH bir yardım örgütü olsa da kendisine "Yeryüzünde adaletin hâkim olması", "onurlu bir yaşam sunmak". "İnsanı yardıma muhtaç hâle getiren ve mazlum eden her türlü politika ve faaliyetleri önlemek üzere tüm insanların temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilmemesi için gerekli çalışmaları yapmak." gibi misyonlar biçmesi nedeniyle çalışmalarının doğrudan veya etkiler itibarıyla insan hakları konusunda faaliyet olarak görmek mümkündür.
[Harun Emre] Ben sayın Kara'nın sözlerinden şunu anlıyorum; İnsan Hakları örgütlerinin en önemli 2 getirisi olmuştur; İşkencelerin azalması ve toplumu, insanı bilinçlendirmek. Haklarının farkında olan insanlar haklarının muhafazası konusunda daha fazla gayretli olmaktadırlar. Yine mağdur olan bazı insanların, bu hukuksuzluğun tespit edilerek mağduriyetlerinin giderilmesinde faydaları olmuştur. Bu çalışmalar toplumun (sistem ekseninde) rehabilite edilmesini, bireylerin motive edilerek haklarının aramasının sağlanmasını da getirmiştir.
Diğer yandan çok fazla etkin olamadıkları da görülmektedir. Devletin verilmesi gereken bir hakkı vermesi konusunda sonuç alıcı etkilerinden bahsetmek pek mümkün görünmemektedir. İnsanların sisteme entegrasyonunu hızlandırmaktadır. Toplumda demokrasi kültürünün yerleşmesini sağlamaktadırlar. Zira muhalefet, talepler veya haksızlıklar ekseninde şekillenmekte ve bu haksızlıklar ortadan kalkınca ortada muhalefet için sebep kalmamaktadır. Böylece gelinen son durum benimsenmekte ve sistemin son haline razı olunmak gibi bir handikap ile karşı karşıya kalınmaktadır.
Haklar talep edilirken ortak dil kullanılması adına seküler dil kullanılmaktadır. Seküler dil ise temel ve kişilik haklarının kendinden var olma temellerinden kopararak profanlaştırmaktadır. Başörtüsünü bir inancın zorunlu ve ayrılmaz bir bütünü görmek yerine bir hak olarak ve üstelik özgür giyim hakkı olarak talep etmek neticede diğer insanında özgür giyim hakkı olan yarı çıplaklıkla kamusal alana girmesini meşrulaştırmaktadır. Diğer taraftan da kendini seküler dille ifade eden bir Müslüman, kendi anlam uzayından, kendi literatüründen kopmakta ve global dünyaya eklentilenmektedir. Bu da temelde kendi düşünme yönteminin değişmesi, anlayışlarının yeniden şekillenmesi demektir. Yani bir nevi savrulmadır.
İnsan Hakları konusuna da vurgu yapan yardım amaçlı ve sosyal dayanışmayı güçlendiren derneklerin zamanla kişide birtakım duyguların yok olmasına, örneğin mahalledeki bir fakire bizzat yardım etme duygusunun kaybolmasına sebep olabildiği bir gerçektir. Bu sebeple mümkün olduğunca kendimizi devre dışı bırakmamaya özen göstermeli, özellikle yakın çevremizdeki insanlara kendimiz ulaşmayı öncelemeliyiz. Böylece tebliğ ortamını korumak dahil insani duyguların da diri kalmasını sağlamış oluruz.
[Abdullah Eğilmez] Sayın Emre’nin cümleleri bir yönüyle toparlayıcı oldu. Konuyu güzel bağladı. Buraya kadar gelerek düşüncelerinizle katkılarınızdan dolayı teşekkür ediyorum.