Emin ÜZÜMCÜ
Modern insan giderek yalnızlaşıyor. Öyle zoraki bir yalnızlık değil bu. Bu yalnızlıktan bir edebiyat çıkmaz, şairlerin şiirlerine de konu olmaz. İçerisinde hüzün ve melankoli barındırmayan bir yalnızlıktır bu. Gönüllü ama ulvi de değil. Bir inziva veya halvetten de söz etmiyoruz. Özgürlük adına seçilmiş bir yalnızlıktır bahsettiğimiz. Seçilmiş ama irade edilmemiş. Altı üstü, önü sonu düşünülmüş, hesaba kitaba vurulmuş da bir sonuca varılmış değil. Moda bir nevi efendim. Medya ve küresel güçlerin bir dayatması belki de. Öyle ya tek bir ferdi idare etmek kolay. Bilinçli topluluklar ise tehdit. Sarı öküzün hikayesine girmeden sadece temas etmiş olayım. Zira ilk özgürleşen o! Bize özgürlük vadedenler sarı öküze özgürlük götürenlerdir. Bize özgürlük vadedenler Irak’a, Afganistan’a ve diğer İslam ülkelerine özgürlük götürenlerdir.
Özgürlük… ne kavram ama. İnsanın başını döndürüyor. Olmadık hayaller kurduruyor. Modern insanın özgürlük algısı günah işleme özgürlüğüdür, istikametten sapma özgürlüğü veya cehenneme varma özgürlüğü. Eğer bilinçli bir toplumun ferdiyseniz günah işlemek zorlaşır. İnsanın sosyal çevresi genişledikçe günah işleme alanı daralır. Günah işleme yani özgürlük alanı. Yaşadıkları şehrin dışında üniversite okuyan gençlerin kendilerini daha özgür hissetme nedeni budur belki de. Kimseyi tanımıyorsun. Kimseye hesap vermek zorunda değilsin. Kafana göre takıl. Yıllar önce tanıştığım bir dostun çocukluk hikayesini şöyle özetleyeyim; evde sigara içemiyorum babam var. Babam da sigara içiyor ama biz öyle babamızın yanında içemeyiz. Dışarıya çıkıp içemiyorum konu komşu var. Direk komşu teyze anneme iletir durumu. İçeceğim bir dal sigara için 2-3 km yol yürüyüp muhitin dışına çıkmak zorunda kalıyorum. Peki muhitin dışında insanlar yok mu? Var, var ama beni tanımıyorlar. Dolayısıyla uyarmaya, doğrultmaya, düzeltmeye çalışmazlar... İnsanın bireyselleşme nedenlerinden biriside düzeltilmeme, yamuk kalma isteği mi? Düzeltme beni kardeşim, çatlak patlak iyiyim işte böyle. Modern insan büyük kalabalıklara karışarak yalnız kalmak istiyor. Şehirlerin en önemli özelliği budur belki. Mahalleler yerini rezidanslara ve sitelere bıraktığından beri yalnızız. Kalabalık ve kimsesiz. Modern insan özgürlüğün esiri olmuş durumda. Ne güzel esaret. Nefse hoş geliyor. İşlediğin günahı kimse görmeyince günah değilmiş gibi oluyor. Modern zamanların mottosu olmuş adeta; düşünce fiile dökülmedikçe suç değildir, haram kimse görmeyince günah değildir!
Meseleye sadece haram fiiller açısından yaklaşmamak lazım. Birde sorumluluktan kaçma meselesi var. İnsan, insana yüktür. Aytmatov, Selvi Boylum Al Yazmalım’da sorar: “sevgi neydi?” ve cevap verir: “sevgi emekti.” Sevgi emektir. Birini sevmek, biriyle dost olmak, biriyle kardeş olmak aynı zamanda ona emek vermektir. Birisiyle yol yürümek aynı zamanda ona birazda katlanmaktır. Biraz idare etmektir. Birazda onun cenneti için çaba sarf etmektir. Bir örnekte Ekmek Teknesi’nden verelim: mahallenin delikanlı abisi Celal Hristiyan kızı Suzan’a âşık olur. Suzan’ın Müslüman olması için başlar çalışmalara. Dili döndüğünce anlatır, yetinmez büyük zatlara götürür filan sonunda Suzan bezer. Celal’e sorar: “Sen beni sevmiyor musun? Seviyorsun. E sevdikten sonra hangi dinden olduğumun ne önemi var?” Celal abi cevabı yapıştırır: “etme gülüm seni ateşlere atamam, cehenneme gitmene göz yumamam.” Birini sevmek onun cehenneme gitmesine razı olmamaktır. Hatta cennette olması için çaba sarf etmektir. Arkadaşını, kardeşini diri tutmak ateşlere gitmesine müsaade etmemek aynı zamanda kendini diri tutmanın da bir başka yoludur. Sana söylüyorum ey dostum, sen duy ey nefsim.
Kul olmak biraz eksik olmaktır. Bazen bu eksikleri idare etmek, bazen görmezden gelmek, bazen düzeltmek, tamam etmek gerekir. Birileriyle beraber olmak artık başkalarından da mesul olmak demektir. E bu da zor iştir. Ben bana zor yeterken birde sana nasıl yeteyim. Ben bana yetmem ben sana da yetmem ama belki hepimiz hepimize yeteriz. İşte yetmeyelim diye bireyselleştiriliyor, ferdileştiriliyoruz.
İnsan aciz bir varlık olarak dünyaya gelir. Hayatta kalabilmek için bir başkasına ihtiyaç duyar. Yaratılışı tek başına hayatta kalmasını imkânsız kılmaktadır. Hayatının uzunca bir bölümünde hep başkalarına yardımına muhtaçtır. İlk kendisini güçlü hissettiği anda da huysuzlaşır, asileşir. Ergen refleksi birey olma refleksidir. Başkalarına ihtiyaç duymamak özgürlüktür.
Modernizm, popüler kültür ve çağdaş ideolojiler insanda yalnızlaştıkça özgürleşeceği imajı oluşturuyor. Kimseye hesap vermeme, başına buyruk olma, canının her istediğini yapma düşüncesi insanlara cazip geliyor. Modern insan özgürlüğe esir olmuş, onu hayallerin ötesine koymuş. Özgürlüğü kutsamış durumda. Özgürlük; herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu anlamına geliyor. Oysaki insan en başta kendi varlığını dahi bir takım biyolojik şartlara bağlı olarak elde etti. Hayata özgür bir seçim yaparak başlamadı. Yine aynı şekilde birçok şarta bağlı olarak, birilerinin yardımıyla hayatta kalabildi. Çocukluğu, gençliği, eğitimi, yaşanmışlıkları hatta vücudunda bulunan birtakım hormonlar, elementler kararlarında ve seçimlerinde etkili olmakta. Amerika kıtasının yerlileri Avrupalılar kendi ülkelerini işgal edip onları köleleştirdiklerinde özgürlük talebinde bulunmadılar. Çünkü özgürlüğün ne olduğunu bilmiyorlardı. Onlar başkasına hizmet etmenin kötü bir şey olduğunu düşünmüyorlardı. “Kristof Kolomb, seyahatleri boyunca bir günlük tutmuştu. Bu günlük çok şey açıklıyordu. Bahamalar ’da karaya çıktığında, kendisini ve adamlarını iyi niyetle karşılayan Kızılderililerden söz ediyordu. Kolomb onların iyi niyetli ve barışçıl insanlar olduğunu yazıyordu. Silahın ne olduğunu bilmiyorlardı. Onlara kılıç gösterdim keskin tarafını tuttular elleri yaralandı diyordu. Bu yerliler dünyanın en iyi en nazik insanları. Bunlardan çok iyi hizmetkar olur diyordu”[1] kötülük bilmeyen Kızılderililer barbar batılılara hizmette kusur etmediler. Tutsak olduklarını düşünmedikleri için özgürlük talebinde bulunmadılar. Modern insan kendisini tutsak hissediyor. Bir dosta hizmeti zül addediyor nefsine. Başkası için kendi ihtiyaçlarını azaltmak zoruna gidiyor. Bir dostun bir derdine merhem olmayı enayilik sanıyor. Bir başkası için değil sadece kendisi için yaşamak, sınırsız ihtiyaçlarını karşılamak, sınırsız hazlarını tatmin etmek istiyor. İnsan bilmediği bir şeyi talep edemez. Ona bunu talep etmesi vehm ediliyor, güzel ve süslü gösteriliyor. Kendi kabuğuna çekilerek, kendi küçük dünyasında yaşayarak özgürleşmediğinin nefsinin ve tüketim endüstrisinin gönüllü bir kölesi haline geldiğinin farkında bile değil oysa.
İnsan bulunduğu bütün içerisinde bir anlam taşıyor. Bütünden kopan ve kabuğuna çekilen insan aynı zamanda da anlamsızlaşıyor. Rabbimiz Hz. Âdem’i yarattı ve hemen akabinde ona bir eş yarattı. İnsanın fıtratı sürekli yalnızlığı kabul etmiyor. İnsan anlaşılmak istiyor. Paylaşmak, halleşmek istiyor. Prof. Dr. Nevzat Tarhan; İngiltere’de Manchester Üniversitesi ile BBC’nin ortak yaptığı 55 bin üzerinde kişinin katıldığı bir çalışmanın sonuçlarına göre 16-24 yaş arasından ki gençlerin %40’ının kendisini yalnız hissettiğini söylüyor. Bu gençler arasında şizofreni, şizoid ve intihar oranlarının ise oldukça yüksek olduğunu, bunun sebeplerinden birisinin de dijital bağımlılık olduğunu söylüyor.[2] Kişinin dış dünyadan koparak kendi gerçeğine kaçması ciddi psikolojik sorunları da beraberinde getiriyor. Kendi iç dünyası alt üst olmuş bir insanın ne kendisine ne de topluma bir faydası olabilir. Belki de bu kadar özendirilip ideal gösterilmesinin sebeplerinden birisi de budur. Amaç insanı sadece tüketen, sevmeyen sevilmeyen, ilişki kurmayan, hedefleri ve idealleri olmayan bir et yığını haline dönüştürmek. Bir başkasına ihtiyaç duymayan ihtiyacı olan her şeye bir tıkla ulaşan bir yeni tür. Varlığı, hazlar ve zevkler seviyesinde olan yeni bir canlı türü. Ne var ki insan sonuçlarını gördüğü ve bildiği halde bireyselleşmektedir. Yalnızlığın korkunç uçurumlarından atlamayı, hayatının anlamını yitirmeyi bir dosta katlanmaya tercih etmektedir.
İnsanlık tarih boyunca hep topluluk olarak yaşamıştır. Sadece iman edenler değil iman etmeyenlerde cemaatlerdir.
“Topluca, hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılmayın.” (Al-i İmran, 103)
''Sizden hayra çağıran, marufu emreden, münkerden vazgeçirmeye çalışan bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir" (Al-i İmrân, 104)
“Ey cin ve insan toplulukları!” (Rahman, 33)
“O topluluk yakında (Bedir’de) bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.” (Kamer, 45)
Ayetlerden anlaşılacağı üzere iman edenler de inkâr edenlerde hatta insanlar gibi akıl ve iradeye sahip olan cinlerde topluluk olarak hareket etmektedir. İnsan topluluktan, cemaatten ayrılarak fıtratından uzaklaşmakta, diğer insanlara karşı olduğu gibi kendisine karşıda yabancılaşmaktadır. İnsanlar topluluklar olarak varlıklarına bir anlam katmaya çalışmıştırlar. Basit bir futbol takımının dahi taraftar grupları vardır. Birçok sanatçının fan grupları vardır. Köy dernekleri, sosyal yardımlaşma dernekleri, hayvan sever dernekleri v.s listeyi uzatabiliriz. Tüm bu organizasyonlar insanın bir topluluğa katılarak kendisine bir anlam bulma çabasıdır. Ferdin cemaate katılması onu insanlığın yuvarlanmakta olduğu büyük yalnızlıktan ve derin anlamsızlıktan kurtaracaktır. Cemaat olmak o kadar önemlidir ki tek başına kılınan namaz ile cemaatle kılınan namaz arasında dahi fark vardır. Camii Müslümanların cem oldukları bir araya geldikleri, topluluk olduklarını onlara hatırlatan ve dolayısıyla onları anlamlandıran en önemli mekandır.
“Cemaatle kılınan namaz, kişinin yalnız kıldığı namazdan yirmi yedi derece daha fazîletlidir.” (Buhârî, Ezân, 30)
“Bir köy veya kırda üç kişi birlikte bulunur da namazı aralarında cemaatle kılmazlarsa, şeytan onları kuşatıp mağlûb eder. Şu hâlde cemaate devâm ediniz. Muhakkak ki sürüden ayrılan koyunu kurt kapar.” (Ebû Dâvûd, Salât, 46/547)
İnsan canlılardan bir canlı değildir. Aynı zamanda kutsal emanetinde taşıyıcısıdır. Vahye muhataptır. İslam ise tam manasıyla bir topluluk ile birlikte yaşanabilir. Dolayısıyla yalnızlaşmak ve ferdileşmek aynı zamanda bu dinin tam manasıyla yaşanamayacağı anlamına gelmektedir.
Onurlu bir yaşam ferdin bireysel olarak hayatına tevhidi ikamesiyle mümkündür. Kişi kendini arındırmalı, nefsini terbiye etmek için çaba sarf etmelidir. Fertten başlayarak toplum ıslah edilebilir. Aynı şekilde fertten başlayarak toplum ifsat da edilebilir. Sağlıklı toplumlar sağlıklı fertlerden oluşur. Denizlere katılmayan dereler sonunda kurur. Deryaya düşen damla derya olur, çöle düşen damla buhar olur. Fertlerde cemaatten uzak durdukça, yalnızlaştıkça, bireyselleştikçe kaybolacak, eriyip yok olacaktır.