Y. Emre Kırmızılı
Çok defa rastlanılan bir durumdur: Söz filancadan açılınca hemen onun hakkında birkaç laf eden çıkar, gıyabında zatın huyu ve işleri hususunda eleştiriler yapılır… Kim bilir nefsim kaç defa böylesi bir batağa dalıp çıkanların yanında bulundu! Kim bilir kaçlar defa gaflet ile o günah ortamına şahit oldum! “Onlar ki, yalana söze şahitlik etmezler, faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları vakit de vakar ve hoşgörü ile geçip giderler.” (Furkan: 71) Allah bizleri mağfiretine alsın…
İnsan, tabiatı gereği, paylaşma ve tartışmaya çok yatkındır. (Kehf: 54) Bildiklerini hemen aktarmayı, sevmedikleriyle de hemen cedelleşmeyi sever. Böyle yapmakla sanki içi rahatlıyor… Oysa Allah’ın rızası her şeyin üzerinde değil miydi? İlahî zikre yakın durdukça aslında hatalarımızı daha iyi fark ediyoruz: “İnsanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay haline!.. Andolsun ki o, Hutâme’ye atılacaktır. Hutame’nin ne olduğunu bilir misin? O, yüreklere işleyen tutuşturulmuş bir ateştir.” (Hümeze: 2-7)
Ne çetin bir azab… Yine de nasihat dinleyen pek az… Adam ki ortamını bulur bulmaz konuştukça konuşası geliyor, sonra da tutup en olmadık şeyleri ağzından kaçırıyor! Kadınlar için de durum böyle… İnsanlar kendi kendilerine zorla kaşınıyorlar gibime geliyor... “Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler...” (Hucurat: 11)
Hiçbir çirkin (münker) söz yoktur ki; tatlı dilli, latif ve ince düşünüş sahibi bir mü’minin onunla işi olsun… Mümkün değil! Bu ona yakışmaz da… İnsanları incitmekten sakınan, başkaları için sürekli dualar eden bir Müslümanın ahlâkında böyle şeyler yer almaz. Ancak câhiliye kültürüyle çokça iç içe olan kimsenin ahlâkıdır bu bahsettiğimiz. Önce birkaç arkadaş canlısı argo kelime, sonra yakın dostlarına karşı imalı sözlü sataşmalar, nihayet her şeyi eleştiren ve herkesi kendinden uzaklaştıran kaba bir dil… İşte bir câhiliye şahsiyetinin değişim tablosu!
Arif olan bilir ki; kardeşinin yüzüne yahut arkasına doğru konuşulmuş her bir kötü söz, beraberinde mutlaka fıskı getirir. Fısk ise misafir bulunduğu kalpte ilahî rızayı dışarı çıkarır. Böyle bir kalbin sahibi ancak şeytanları memnun eder. “Kullarıma söyle: Birbirlerine karşı en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar. Hem şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır.” (İsra: 53)
Allah muhafaza eylesin, dikkat edilmediği takdirde kişinin ahlâkı artık İslâm’dan başka bir ahlâk olur! Rabbimiz ise buna kesinkes razı değildir: “Allah, zulme uğrayanın dile getirmesi dışında, çirkin-kötü sözün açıklanmasını sevmez. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Nisa: 148)
Hatırlatmak gerekirse, çirkin-kötü söz iki türdür… Biri “hakaret” türünden sözlerdir ki, burada kişi, karşısındakine örfe uygun düşmeyen bir takım sözler sarf eder ve onu üzer yahut diliyle ona eziyet verir. Diğeri ise dedikodu türünden sözlerdir ki, kardeşinin yokluğunda yapılan, işittiğinde onu rahatsız edecek olan tüm konuşmalardır. (Muvatta, c.4, s.?) Kur’an’da bu sebeple her ikisi de mutlak olarak yasaklanmıştır.
“Dedikodu” kelimesine karşılık Kur’an’da benzerî üç kelime vardır: Bir kişiyi arkasından çekiştirmek manasına gelen “hümeze”, onda kusur aramak manasında kullanılan “lümeze” ve zikretmeye muhtaç bırakılmadığı / zorlanmadığı halde insanın başkasında olan ayıplardan söz etmesi manasını taşıyan “gıybet”. (İsfehanî, c:2, s. 806, “h-m-z” md. S.561, “l-m-z” md. ve s. 298, “ğ-y-b” md.)
Bu üç kelimenin en meşhuru ise gıybettir. Zira gıybetin benzetildiği şey Kur’an’daki belki en ağır benzetmelerden biridir: “Ölü kardeşinin etini yemek.” (Hucurat: 12) Düşünülecek olunursa, bu benzetmenin niçin yapıldığı da hemen fark edilir. Çünkü başkasının hayatı hakkında konuşmak, kadın-erkek fark etmeksizin, insanın nefsine pek lezzetli gelen bir ameldir. Bu leziz amelin tadını kaçırması için de Allah (cc) gıybeti “ceset yiyiciliğe” teşbih buyurmuştur: “İğrendiniz değil mi? Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının! Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul eden, çokça merhamet edendir.” (Hucurat: 12)
Şimdi, eleştiri kültürünün yaygın olduğu bir toplumda açıktan, birbirinin yüzüne karşı, sürekli kınama yapan, biri diğerine küçümseyici sözler sarf eden vs. insanların varlığı, nihayetinde gizlisinde de aynı durumu devam ettirecek ve tüm iğrençliğine rağmen gıybet yaygınlaşacaktır. İş yerlerinde, lokallerde, ayaküstü sokak başlarında ve dahi camilerde, biri diğeri hakkında konuşan insan sayısı hadsizce artacaktır.
Gıybetin çıkış noktası aslında en başta “ben her şeyi eleştiririm” diyen adamın tutumundadır. Buna bir son vermediği için “gelsin, yüzüne karşı da aynı şeyleri söylerim” demektedir. Allah bizleri muhafaza eylesin! Yahu hiç işi midir Müslümanın hayırdan başka sözleri kullanması? Hiç bahane olabilir mi böylesi bir yaklaşım şekli? Şüphesiz her hakkı konuşan hak bir ameli konuşuyor demek değildir; belki bununla kardeşinle aranda husumet dahi doğurursun!
Said Nursî’nin dediği gibi; Müslümanın kardeşiyle arasında esasen o denli ortak paye mevcuttur ki, bunu bir düşünsek: Kıbleniz bir, aynı yöne secde edersiniz, üstelik her gün ve beş vakit… Rabbiniz bir, her gün O’na dua edersiniz, üstelik “bize yardım ihsan et” diye… Aynı Kitab’a iman etmiş ve aynı ayetleri okuyorsunuz; aynı Rasûl’e biat etmiş ve o’nun yolunu rehber edindiğinizi söylüyorsunuz… Öyleyse aranızdaki sevgiyi azaltacak hallere niçin iltifat edesin?
Değil mi ki Allah insanın dimağını yakalıyor ve “ben ne yazık etmişim” dedirtene kadar onu rahat bırakmıyor! Sonra kalbine işliyor da onu yerden yere vuruyor… Kötü sözden vazgeçmenin ne denli bir aciliyet gerektirdiğini hatırlatıyor ona…
Bakınız ayette şöyle geçiyor: “Birbirinizle çekişmeyin, sonra rüzgârınız gidiverir.” (Enfal: 46) Yani gücünüz kesilir, işleriniz aksar, dünya kuvvetinden olursunuz büsbütün…
Demek gıybete gönül rahatlığıyla devam edenler Kur’an’ı gereği gibi okumuyorlar? Gereği gibi okumadıklarına göre de şeytana dost oluyorlar! Allah’ın emri nerede, câhiliye Müslümanının ameli nerede?
Dil musibetinin şifası ise ancak Kur’an’dadır. Bakın Rabbimiz yine ne buyuruyor: “Ey iman edenler!.. Bir takımlarına beslediğiniz kin, sakın ha, sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva üzere yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.” (Maide: 2)
Kardeşini kendi gibi sakınan elbette gıybetten de sakınır; o kimse ki konuştuğu vakit ya hayr konuşur yahut da sükut eder, eğer Allah’a ve ahiret gününe iman etmiş ise. (Taberani)
Arif olan durumu anlasın. Ölü eti yemek pis bir şeydir. Sonradan kefareti ödense dahi ağızda kokusu kalır.
İmam Gazalî Gıybet Risalesi’nde belirtir ki, gıybetten sayılmayan ama öyle sanılan 5 durum vardır. Bunlara da değinmekte fayda görüyoruz:
1. Zulme uğrayanın hakkını talep için yüksek bir merciye yapacağı şikayet başvurusu. Buna delil; “Şüphesiz alacaklı için söz hakkı vardır.” (M.İleyh) hadisidir.
2. Bir münkeri değiştirmek, bir günahı düzeltmek maksadı ile yardımı dokunacak kişiye başkasının yaptıklarından bahsedilmesi. Buna örnek; hz .Ömer’in Hz. Osman’ın selamına karşılık vermediği gerekçesiyle Hz. Ebu Bekr’e durumu anlatmasıdır. Yine benzer bir örnek; Ebu Cendel’in içki içtiğinin halife Hz. Ömer’e şikayet etmesidir.
3. Fetva isteyenin zaruriyet miktarınca başkasının özel durumunu anlatması. Buna örnek; Hind binti Utbe’nin, kocası Ebu Süfyan’ın cimriliğini dile getirmesidir. (M.İleyh)
4. Kusuru ile malum, ancak bu şekilde meşhur olmuş birinden bahsedilmesi. Buna örnek; topal, kör gibi lakaplarla anılan hakiki topal ve körün arkasından konuşmaktır.
5. Açıkça ve arsızca günah işleyenin durumunun ilan edilmesi. Buna delil; “Facirin kötülüklerini anlat ki, insanlar şerrinden sakınsınlar.” (Taberî) rivayeti ile “Bir kimse üzerindeki haya örtüsünü atarsa, onun gıybeti yoktur.” (İbn Adiyy) rivayetidir.
Bu sonuncusuyla ilgili bir meselede Hasan Basrî’ye soruyorlar: “Acaba filancanın aşikâre yaptığı kötülüklerden bahsetmemin bir zararı var mıdır?” diye. O da cevap veriyor: “Hayır ama sana bir faydası da yoktur.” Zira gıybet bir alışkanlık / huya dayalı bir marazdır. Onun vücuttan atılmasından önce vücuda hiç girmemesi istenir. Başkalarından bahsede bahsede -velev ki bu kimseler alenen günahkâr olsunlar- dil bir ahlâk kazanır; sonra bir vakit olur, gaflet ile söz bir Müslümana isabet eder. Başta umursanmaz ise ahlâk giderek o kişide yer edinir. Nihayet kalp dedikoducu, ceset eti yiyen bir şekle irca eder.
Demek Müslüman için dilin güzelleşmesi ve her daim hayırdan bahseden biri olması, ona gıybeti kaldıracak en etkin bir yoldur. Öyleyse eşiyle baş başa kalan dikkat etsin, bir öğrencisini dinleyen de… halkın içinde olan esnaf da dikkat kesilsin, ticaret yapan da… Zira gıybet her tarafta, her gizlisini paylaşmak isteyende…
Son olarak; Selef-i Salihînde görebildiğimiz kadarıyla gıybetin kefareti şu üç şeydir:
İlki, gıybet eden kişi bu yaptığından hemen tevbe etmelidir. Bunun akabinde gıybet ettiği kardeşi için duada bulunması onun için sadaka hükmünde olacaktır. Mücahid demiştir ki: “Din kardeşinin etinin yemenin borcu, onu arkasından övmen ve onun için hayr duada bulunmandır.”
İkincisi, gıybet edilen Müslüman eğer ki sonradan bu gıybeti işitmiş ve bundan müteessir olmuş ise gıybetçinin kardeşinden özür dilemesi, hakkını helal etmesini istemesi gerekir. Yok, eğer kardeşinin durumdan haberi olmamış ve mevzu üzerinden uzun zaman geçmiş ise artık başka bir fitneye mahal vermemek adına konunun hiç açılmaması daha hayırlı olacaktır. Rasûlallah (sav) buyuruyor ki: “Kıyamet gelmeden önce hak alacağı olan helallik alsın, yoksa onun sevabından alınır.”
Üçüncüsü, gıybet sebebiyle Rabb Teâlâ’nın hukukunun çiğnediğinin ve asıl bağışlayıcının da O olduğunun farkında olarak O’ndan af dilemektir. Nitekim: “Gıybet yapan kimseye mutlaka helallik istemesi lazım gelmez. Allah’a karşı istiğfarda bulunması kâfidir.” denilmiştir.
“İşte bu hükümler Allah’ın hududur. Sakın ola Allah’ın hududuna yaklaşmayın!” (Bakara: 187, Talak: 1, Nisa: 13)