İşin Sonunda İşin Başındayız Aslında - rahle.org

İşin Sonunda İşin Başındayız Aslında - rahle.org

İşin Sonunda İşin Başındayız Aslında


Facebookta Paylaş
Tweetle



Fikri Gülsoy

Yaşadığımız hayat hep tekamüllerle geçiyor. Rabbimize hakkıyla kulluk yapma amacıyla içinde bulunduğumuz çaba, sürekli olarak bizleri arayışa itiyor.

Yeni bir şey arıyoruz, yeni bir bakış açışı, farklı bir yorum, farklı bir tecrübe, çarpıcı bir örnek. Yol boyunca başlangıçta bildiğimiz şeyi sürekli olarak geliştirmeye, anlamaya, yaşamaya çalışıyoruz. Aslında işin sonunda vardığımız sonuç, işin başında bildiğimiz hakikatin yakîninden başka bir şey değildir.

“Mü’minler ancak kardeştirler…” (Hucurat: 10)

Müslümanların kardeşliği meselesi de böyledir. Daha mükellef olduğumuz ilk zamanlardan biliriz Müslümanların kardeş olduğunu. Hepimiz biliyoruz kardeşliğin yardımlaşma, sabır, ziyaret, hoşgörü, fedakarlık, diğergamlık, kardeşini kendi nefsine tercih etme, hatta ihtiyaç halinde bile tercih etmek olduğunu.

Hepimiz okuduk Hz. Ebu Bekr’in (ra) hicret yolculuğunda, Sevr Mağarasında, dostu Hz. Muhammed'i (sav) muhtemel zararlardan korumak için ayağıyla bir deliği tıkadığını, sonrasında bu delikten kendisini bir yılanın ısırdığını, yılanın ısırmasına rağmen "rahatsız olur" hassasiyetiyle hiç kımıldamadığını, ancak acı nedeniyle gözünden akan yaşın Efendimizin üzerine düşüp uyanmasıyla O’nun haberdar olduğunu.

Rasûlallah (sav) Beni Nadir mallarından muhacirlere taksim etmiş ve Ensâr'dan ihtiyacı olan üç kişiden başkasına vermemiş ve buyurmuştur ki:

"Dilerseniz mallarınızdan ve evlerinizden muhacirlere pay verir, bu ganimette de onlara ortak olursunuz. Dilerseniz evleriniz ve mallarınız sizin olur, bu ganimetten pay alamazsınız." Bunun üzerine Ensar "Hem mallarımızdan ve evlerimizden onlara hisse veririz, hem de ganimeti onlara bırakır paylaştırılma-

sında kendilerine ortaklık da etmeyiz." dediler. (Razi, Tefsir, XXIX, 288)

Hepimiz ensarın muhacirlere karşı sergilediği kardeşliği biliyoruz.

Abdurrahman b. Avf'ın (ra) ise ensar kardeşinin sergilediği eşitlik anlayışı karşısında kardeşini kendi nefsine tercih ederek kendisinin kendi imkanlarıyla işe koyulmasını da biliyoruz.

Şu ibret dolu hadiseyi bilmeyenimiz, duymayanımız var mı? Ebu Hureyre'den (ra):

Rasûlallah'a (sav) bir adam geldi, “Ya Rasûlallah! Açlık başıma vurdu.” dedi. Rasûlallah (sav) yakınlarına haber gönderdi, ancak onların yanlarında hiçbir şey bulunmadı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav): "Bu adamı bu gece misafir edecek kimse yok mu? Ki Allah ona rahmet buyursun." dedi. Derhal Ensâr'dan bir zât -ki adının Ebu Talhâ olduğu zikredilmiştir ayağa kalktı "Ben ya Rasûlallah!" diye cevap verdi. Ve adamı alıp hemen evine götürdü. Sonra da hanımına "Rasûlallah'ın misafirine ikram et" diye tembihte bulundu. Hanımı, "Vallahi benim yanımda bir kız çocuğumun yiyeceğinden başka bir şey yoktur." dedi. Kocası da ona, "O halde kız çocuğu akşam yemeği istediği zaman onu uyut, kandili de söndürüver, Rasûlallah'ın misafiri için biz bu geceyi aç geçiştiriverelim." dedi. Ve gerçekten öyle yaptılar. Sonra o misafir, Rasûlallah'ın (sav) yanına vardı ve ona, "Bu gece Allah falan ve falandan son derece hoşnut oldu." dedi. Allah Teâlâ da onların hakkında bu ayeti indirdi. "Kendilerinde bir ihtiyaç olsa bile onları kendilerine tercih ederler." (Buharî, Tefsiru Sure 59/6; Müslim, Hac, 475)

Şu güzel kardeşlik örneğini de rivayetlerden öğreniyoruz: Hakim, İbn Merdûye ve Şuab'dan, Beyhakî İbn Ömer'den (ra) şöyle rivayet etmişlerdir: Rasûlallah'ın sahabîlerinden birine bir koyun başı hediye edildi. O da, "Kardeşim falan ve ailesi buna bizden daha fazla muhtaçtır." dedi ve hediyeyi ona gönderdi. O da bir başkasına derken bu suretle tam yedi ev dolaştı ve nihayet yine öncekine dönüp geldi. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu. (Hakim, Müstedrek, II, 484)

Ya Yermuk Muharabesindeki tablo! Hz. Huzeyfe şöyle anlatıyor:

“Yermük muharebesinde idi. Çarpışmanın şiddeti geçmiş, ok ve mızrak darbeleri ile yaralanan Müslümanlar, düştükleri sıcak kumların üzerinde can vermeye başlamışlardı. Bu arada ben de,

güçlükle kendimi toparlayarak, amcamın oğlunu aramaya başladım. Son anlarını yaşayan yaralıların arasında biraz dolaştıktan sonra, nihayet aradığımı buldum.

-Su istiyor musun?

Bir kan seli içinde yatan amcamın oğlu, göz işaretleri ile bile zor konuşabiliyordu. Daha evvel hazırladığım su kırbasını göstererek dedim ki:

Su istiyor musun?

Belli ki, istiyordu. Çünkü dudakları hararetten âdeta kavrulmuştu. Göz işareti ile, "Çabuk, hâlimi görmüyor musun?" der gibi bana bakıyordu. Ben kırbanın ağzını açtım, suyu kendisine doğru uzatırken, biraz ötede yaralıların arasında Hz. İkrime’nin sesi duyuldu:

Su! Su! Ne olur, bir tek damla olsun, su!

Amcamın oğlu Hâris, bu feryâdı duyar duymaz, göz ve kaş işaretleriyle suyu hemen Hz. İkrime’ye götürmemi istedi.

Kızgın kumların üzerinde yatan şehitlerin aralarından koşa koşa, Hz. İkrime’ye yetiştim ve hemen kırbamı kendisine uzattım. İkrime hazretleri elini kırbaya uzatırken, Hz. İlyas’ın iniltisi duyuldu:

Ne olur bir damla su verin! Allah rızâsı için bir damla su!

Bu feryâdı duyan Hz. İkrime, elini hemen geri çekerek suyu İlyas’a götürmemi işaret etti. Suyu o da içmedi.

Hepsi şehit oldular...

Ben kırbayı alarak şe

hitlerin arasından dolaşa dolaşa, Hz. İlyas’a yetiştiğim zaman, son nefesini Kelime-i Şehâdet getirerek tamamladı. Derhal geri döndüm, koşa koşa Hz. İkrime’nin yanına geldim. Kırbayı uzatırken bir de ne göreyim? Onun da şehit olduğunu müşâhede ettim.

Bâri dedim, amcamın oğlu Hz. Hâris’e yetiştireyim. Koşa koşa ona geldim, ne çâre ki, o da ateş gibi kumların üzerinde kavrula kavrula ruhunu teslim eylemişti.

Hayatımda birçok hâdise ile karşılaştım. Fakat hiçbiri beni bu kadar duygulandırmadı. Aralarında akrabalık gibi bir bağ bulunmadığı hâlde, bunların birbirine karşı bu derece fedakâr ve şefkatli hâlleri gıpta ile baktığım en büyük iman kuvveti, tezahürü olarak hafızama âdeta nakşoldu!”

Burada her konuda olduğu gibi bu konuda da, bir şeyi bilmekle yaşamanın farklı iki durum olduğu karşımıza çıkmaktadır. Yukarıdaki güzel örneklikleri hepimiz biliyoruz ancak hayatımızın bu biçimde yüksek kardeşlik şuuruyla devam ettiğini söyleyemiyoruz. Şu durumda etrafımızda da bu güzellikleri yaşatanları da bulamıyoruz. Nihayet yaşamamız gereken kardeşliği biz temsil edemiyoruz. Hâl-i hazırdaki durumumuz, yani kardeşliği bilmemiz ‘ilme’l-yakîn’ halini ifade ediyor. Eğer kardeşliği yaşayanları görseydik bu ‘ayne’lyakîn’ olacaktı. Biz de yaşayabilseydik bu da ‘hakka’l-yakîn’ olacaktı.

Bu durumda yapılacak şey okumak, bilmek, yaşamak ve yeniden okumak şeklindeki sürekli bir çabadır. Bu gayret içinde inandığımız hakikatleri tekrar tekrar okuyup hayat içinde uygulamayı deneyeceğiz. Bu gün kardeşliği hakkıyla temsil eden kişiler çevremizde yeterli sayıda yok, ancak kitaplarda peygamberimizin, peygamberlerin, sahabenin, tâbiînin, tebei’ttâbiînin örneklikleri mevcuttur. Bu örneklikleri ilk okuduğumuzla son okuduğumuz şey aslında aynı şeydir. Ancak okuduğumuz şeyin bizim hayatımızdaki karşılığı ilk, son ve aradaki diğer okumalarda hep farklıdır. Yani genellikle ilk okuyuşta hakikati bütünüyle hayatımıza aktaramayız. Son okuyuşta da aktarma garantimiz yoktur.

Hayat boyunca okuduğumuz hakikati hakkıyla hayata geçirme çabası içinde olmalıyız. Bu çabayı harcayıp okuduğumuz, dolayısıyla bildiğimiz hakkı, hayatımıza hakkıyla uyguladığımızda ilk başladığımız yerden başka bir yere gelmiş olmayız aslında.

Tabii ki bu durum bir kısır döngü değildir. Aslında biz işin sonunda zirveye ulaşmış isek dahi mevzu bahis olan konunun ilk anında da gereği, bizim son raddede ulaştığımız sonuçtur. Sadece biz bu sonuca süreç içinde ulaşabilmişizdir. Yoksa bu sonuç her zaman hazırdır.

Günümüz insanları için yukarıdaki ve benzer diğer yüksek ahlâk değeri taşıyan sahneler afakî gelebilir. Fakat burada kişinin bir hakikati sadece bilmesi dahi, bilmemesinden daha iyidir. Yani aynı insan aynı şartlar altında belli hakikatleri bildiğinde, bilmediğine nazaran, ölçemesek dahi, olumlu yönde bir farkla yaşar. Bildiğinde, bilmediğine nazaran mutlaka niyeti, duyguları, davranışları iyi yönde etkilenir.

Bu sebeple bizler, en bildiğimiz konuları bile içerse, her sohbete büyük bir önem atfetmeliyiz, en çok bildiğimiz konuları içeren bir kitaptan dahi olsa birkaç satırlık okumayı önemsemeliyiz. Böylece biliyoruz ve bildiklerimiz ufkumuzu yücelere yönlendiriyor. Her ne kadar kişi başlangıçta yüksek kardeşlik tecrübelerini hayata aktaramasa da bildikleriyle mutlaka bir iki adım atacak, bir-iki basamak yükselecektir. Bu yükseliş göreceli olabilir, herkes kendi konumuna göre bir yükseliş gerçekleştirir. Zaten önemli olan da budur, öncelikle bilenin yükselişi. Zamanla başlangıçta çok uzaklarda olan, ulaşılmaz olan bu yüksek ahlâk örneklerine yaklaşacaktır.

Acaba neydi onları bu yüksek kardeşlik ahlâkına eriştiren sebep? Ahlâkı Kur’an ahlâkı olan sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) örnekliğiydi şüphesiz. İşte böylesine basit ama böylesine de güç bir iş bu iş. Bütün mesele işte bu; Kur’an’ı, Sünneti, Hadisi, Siyeri... kendi öz kaynaklarımızı hep bu amaç etrafında okumak,bilmek ve uygulamak. Hayat boyu, hep bu yüksek ahlâk değeri taşıyan kardeşlikleri ortaya çıkaracak bir insan, bir aile, bir cemaat olabilmek için, bu hakikatin taşıyıcısı olmak için; sürekli hakikatin çevresinde dolaşmak, sürekli hakikat avcısı olmak, bu uğurda devamlı arayış içinde olmak, sürekli bu kapıyı çalmak. Duasında bu arayış, ibadetinde bu arayış, okumasında bu arayış, işinde bu arayış, gecesinde bu arayış, gündüzünde bu arayış, hanımında bu arayış, erkeğinde bu arayış , gencinde bu arayış, yaşlısında bu arayış, zengininde bu arayış , fakirinde bu arayış .  

Bizim bir konuda seviyemizin ilerlemesi için Kur’an, sünnet, siyer, diğer kitaplar, yaşadığımız olaylar, çevremizde gelişen olaylar, bunların hepsi etkili olabilir. Önemli olan bizim bu konuda sürekli bizi daha yukarıya taşıyacak bir arayış ve cehd içinde olmamızdır. Hangi şeyin hangi alanda tam olarak bize faydalı olduğunu tespit etmemiz mümkün değildir.  

Yıllarca okuruz, dinleriz kardeşliği. Kardeşlikte okuduğumuzu bütünüyle hayata aktardığımız da başlangıç noktasına gelmişizdir:

“ M ü ’ m i n l e r a n c a k k a r d e ş t i r ler...” (Hucurat: 10)

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ