KIYÂME SURESİ / 01-04 - rahle.org

KIYÂME SURESİ / 01-04 - rahle.org

KIYÂME SURESİ / 01-04


Facebookta Paylaş
Tweetle

Kıyame Suresi / 01-04

M.  MURAT

Kendini büyük sanan bütün büyüklerin gerçekte ne kadar büyük olduğunu kim bilebilir?

Küçümsenen, eraziluna denilerek hor ve hakir görülenlerin, şirzime-i kalile olarak nitelenenlerin, gerçekte ne çapta olduklarından kim haberdardır?

O kıyamet ki, kainatta büyük diye nitelediğiniz bütün felaketlerin aslında çok küçük olduğunu anlayacağınız andır.

O kıyamet ki, bir şey sanıp değer verdiğiniz her şeyin değerinin aslında koca bir hiç olduğunun idrak edileceği andır.

Ve o kıyamet ki, kendini bir şey sanan insanın kendine bakıp aslında ne kadar yanlış bir tasavvurlar dünyasında yaşadığını fark edeceği ama elinden hayıflanmadan başka bir şey gelmeyeceği andır..

İşte o anı ve bütün büyüklerin ve küçüklerin gerçek çaplarını Bilenin yeminidir: “Kıyamet gününe yemin olsun..

***

Her kulun kıyameti kendi ölüm anındadır aslında. İster yatağında, ister meydanda, ister savaşta, ister batan bir gemide, ister bir depremde.. .Zahiren hangi sebeple ve hangi kalabalıkla ölürse ölsün her insan tek başına ölür. Allah (cc), özene bezene tek tek yarattığı her kulun ölümünün tek tek olmasını dilemiştir ve öyle olur.

Yalnızdır ölürken insan; etrafında kimsesi yoktur. Belki bedeninin çevresinde binlerce kişi vardır ama o tek başına yaşar ölümü.

Bir başka âlemdedir, bilip tanıdığı değil; bilmediği bir yerdedir. Zamanın ve mekânın bir yerinin olmadığı bir hayata başlamıştır. Nasıl annesinden doğumu ile bilmediği bir dünyaya gelmiş; zaman ve mekanla mukayyet bir hayata doğmuşsa öylece bilmediği bir aleme doğmuştur.. Geride kalanlar için “öldü” diye nitelenir; gittiği yerdekiler tarafından “doğdu” diye.

Ölüm anında anlar insan, aslında kıyametin o an koptuğunu. Ve anlar kendisi için her şeyin nasıl da bitiverdiğini. Ve o an farkına varır aslında kaç kıratlık olduğunu.. dudakları tek bir kelimeye açılır: “keşke…”

Ve Allah (cc); her kulun yaşayacağı bu anı, kıyametle bir tutarak yemin eder: “ve nefs-i levvameye yemin olsun..

***

İster bir insan, ister bir insanlık, isterse de bütün kainat olsun; her şey ölümün önünde yürümektedir. Her canlı, kendi ölümüne doğar ve ölmek için yaşar.

Ölüm, bu açıdan bakınca hayat kadar kıymetli bir yer tutar gündeminde can taşıyan her varlığın. Bir arslan, bu hayat/ölüm dünyasında bir ceylanı kovalar; bir ceylan bu hayat/ölüm dünyasında arslandan kaçar.

Sonuçta bir büyük ana gelip çatar hayat: ölüm..

O an, bu aleme dair bütün hay-huyun, bütün gailenin bittiği; en bilinmez dertlerin derman bulduğu; en onulmaz hastalıkların şifaya kavuştuğu; en benim diyen yiğitlerin yenilip düştüğü; en muktedir görünen iktidarların hak ile yeksan olduğu; en derin aşkların aşkın aslında ne olduğunu fark ettiği bir andır..

Bu en önemli anın canlı özelindeki adı ölüm; kainat çapındaki adı ise kıyamet..

***

İnsan ki, Rabbine karşı çok nankördür ve bunu kendisi de esasen çok iyi biliri..

O’nun kendisine verdiği her şeyin aslında bir emanet olduğunu ve bir gün geri alınacağını; bundan da öte her verilen şeyin tek tek hesabının sorulacağını dikkate almaya çok da yanaşmaz.

“ben” diyerek Allah (cc)’ye karşı şeytanlaşan iblisin de desteğiyle “ben” demeye başlar. Bir kez “ben” demeye başladı mı da sonu gelmez bir yuvarlanışa kaptırır kendini. Alçaldıkça hızlanır düşüşü; hızlandıkça alçalır.

Ve sonra her “ben” diyenin sorduğu soruyu sorar: “bu çürümüş, dağılmış, toz toprak olmuş kemikleri kim diriltecek?”ii

Bu soru, aslında o elinde tuttuğu kemiklerin sahibi tarafından da sorulmuş bir sorudur belki de. O da kendinden önceki birilerinin kemiklerine bakıp aynı soruyu sormuş olabilir. Önemli olan soruyu soranın içindeki dünyadır: “ben varım ve her şey benim. Bana kim ne diyebilir?”

Kanitattaki her varlık, baş eğmiş ve Allah (cc)’nün kulluğuyla onurlanmışken; kendisi onların hepsine efendi olacak nitelik ve imkanla yaratılmışken; kendini bir şey sanar da elindeki ikbalin hep kalacağını; elindeki her şeyin kendisinin olduğu zehabına kapılır.

Fakat bu insanın hem içinde hem de gözlerinin önünde yaşadığı hayat kadar kesin bir gerçek vardır: her canlı ölmektedir. Ölüm, bir ham lokma gibi boğazına tıkanmakta; hayatından aldığı tada zehir katmaktadır. O yüzden ölümün bir yok olma olduğuna kendini inandırmaya çalışır da sorar: “bu çürümüş, dağılmış, toz toprak olmuş kemikleri kim diriltecek?”

Ve bu insanın kendi “ben”liğinde sorduğu bu sorunun cevabı, bir soruyla gelir: “insan, onun kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor?”

***

Cevap, öyle bir sorudur ki, kıyametin bütün azametini ve ölümün bütün dehşetini yüklenmiş gibidir.

“ben” diyen benliği alıp, kainattaki bütün ölümlerle hem-hal eder gibidir. Bir tarafıyla “el-insan” denilerek ne kadar da yalnız olduğu hissettirilirken, öte yandan o kemikleri toplama işini bizzat kendilerinin üstlendiğini belirten “bizim” ifadesi yer alır. Ayeti okuyan “ben”, bir anda Allah (cc)’nün azameti ile karşı karşıya kalır..

Sanki bütün bir insanlığın suçunu işlemiştir; sanki bütün insanlık adına itirazın sahibi kendisidir. Bütün şeytanlar namına nasıl İblis dikildiyse Allah (cc)’nün karşısına; sanki o dikilmiş ve meş’um soruyu sorma gafletinde bulunmuştur. Ve yüce Mevla, bütün azametiyle nasıl İblis’e sorduysa “seni benim emrime karşı çıkaran nedir” diye, öylesine bir kahır rüzgarı esmektedir.

Soru bir kahır rüzgarı edasıyla eser üzerinde insanın. Bi yanda Semud’un helak çığlığı duyulmakta; öte yandan Ad’ın kasırgaları esmektedir sanki. Bu soru, etrafında dolanır; ona ne kadar küçük olduğunu haykırır.

Ve sonra dinginleşir; bütün benliğini yitirmiş, “sanki hiç olmamış gibi” aczini hissetmiş insanın karşısına bir heybetli dağ gibi dikilir:

yanlış.. biz, onun parmak uçlarını dahi bir araya getirmeye elbette muktediriz”

***

Varlığın sahibi O (cc)..

Yokken yaratmayı dileyeni ve dilediğince yaratanı O (cc)..

Bütün kainatı hem bütün bütün, hem parça parça bir hesap ve ölçüyle düzene koyan; her bir güzele güzellik ve o güzelliği görsünler diye gönül veren O (cc)..

Her bir varlığa dilediğince varlık vereni; şekil vereni; hayat vereni O (cc)..

Her bir varlığın künhüne vakıf olan, açığını, gizlisini, varını, yoğunu, her anını zaman ve mekandan münezzeh bilen O (cc)..

Her bir varlığa dediğini aynen dediği gibi yaptıran kudret ve kuvvetin sahibi de yalnızca ve yalnızca O (cc)..

Bir muktedirlik ki, bütün iktidarlar O’ndan alır gücünü, kuvvetini.

Bir ağaç, O’nun kudretine istinadla ayakta durur. Bir dağ O kudretin tecellisiyle dağ olur. Bir yavru ceylan O kudretin merhametiyle ayakları üstüne kalkar ve yürür. Bir dünya, O’nun iktidarında hiç şaşmadan güneş etrafında döner, durur.

Ölümün ve hayatın gözüyle bakan her göz, o iktidarın nasıl da hükmünü icra ettiğini; nasıl da her zerreye dahi dediğini yaptırdığını ve bu hüküm icrasının da bir yaprağın ağaçtan düşmesi kadar kolay olduğunu görür, bu kudretin azameti karşısında kendi aczini anlar.

Ve Allah (cc), bu kudret ve azametiyle; acizliği zahir olmuş insana ferman eder:

yanlış.. biz, onun parmak uçlarını dahi bir araya getirmeye elbette muktediriz”

(devam edecek)

 

§

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ