KIYÂME SURESİ - 29-35 - rahle.org

KIYÂME SURESİ - 29-35 - rahle.org

KIYÂME SURESİ - 29-35


Facebookta Paylaş
Tweetle

KIYÂME / 29 – 35

M. Murat

 

Ruhu bedeninden ayrılmaktadır ve bunu o an fark eder.

Sahi ya; bir ruhu vardı. Onu “O” kılan, var kılan, insan kılan, diğerlerinden farklı kılan, her türlü özelliğinin kaynağı olan bir ruhu vardı.

Kendini dünya üzerinde gezen bir beden olarak taşıdığı zamanlarda farkına varmadığı, varmak istemediği ruhu… Ne istediğini, kendisinden ne beklediğini, nelerden hoşlandığını, neleri sevmediğini önemsemediği ruhu... Bedeninin her şeyiyle dikkatle ilgilenirken, mesela yemesine, içmesine, giyinmesine, korunmasına, bakımına dikkat ederken aklından bile geçirmediği istekleriyle ruhu...

O an anlar ki ruhu, o çok önem verdiği bedenini terk etmekte; kendinden öncekilerle aynı seviyeye, hayatı boyunca değersiz gördüğü kişilerle aynı düzeye getirilmekte; birlikte olmak istemedikleriyle aynı kafileye katılmakta ve en kötüsü hiçbir şekilde ona bir şey sorulmamakta, fikri alınmamakta; istemediği bir yolculuğa çıkarılmaktadır:

“işte o zaman gidişinin Rabbine doğru olduğunu anlar!”

***

Kâinatın kıyameti kopmamıştır ama onun kıyameti kopmuştur artık. Ne güneşin doğmasının bir anlamı kalmıştır, ne batmasının… Ne hilalin önemi vardır, ne de dolunayın. Ne güzelin güzelliği anlamlıdır, ne güçlünün gücü.

Malı mülkü talan olmuş gibidir; bütün varı “yok” olmuştur. Sanki sam yeli değmiş bir bahçe gibi toz toprak olmuştur her şey, onun için...

Varlığın ve kendisinin asıl sahibinin ona verdiği müddet bitmiştir ve onu geri çağırmıştır. “sana ait olduğunu iddia ettiğin her şeyi bırak ve gel” denmiştir. Verdiklerini, istediklerini, beklediklerini ve yaptıklarını değerlendirme vakti yaklaşmaktadır.

“işte o zaman gidişinin Rabbine doğru olduğunu anlar!”

***

 

Şimdi ruhu bedeninin bağlarından kurtulmakta ve kendi yetenekleri ortaya çıkmaktadır. Artık zaman ve mekân ile kayıtlı değildir; geçmişi ve geleceği aynı anda yaşamaya başlamıştır.

Bir taraftan götürüldüğü yeri görür ve yolculuğuna devam ederken; bir taraftan da geçmişini görmekte; görmekten öte tekrar yaşamaktadır.

Bir anda kendini hakkında iddialar okunurken görür. Öyle bir andır ki hakkındaki iddia okunurken, iddialarda geçen hadiseleri tekrar yaşamaktadır. İtiraz etmek istese de sesi ve görüntülü kayıtları görmekte; görmekten de öte bu kayıtların içinde olduğunu hissetmektedir.

Hakkındaki iddialar, gürül gürül okunmaktadır:

“İşte o, (Peygamber'in getirdiğini) doğru kabul etmemiş, namaz da kılmamıştı. Aksine yalan saymış ve yüz çevirmişti. Sonra da çalım sata sata yürüyerek kendi ehline (taraftarlarına) gitmişti.”

***

Görüyordu; gittiği yer gidilesi bir yer değildi. Gitmemeliydi.

Suçüstü yapılmış bir suçlu olarak yakalanmış, bütün delillerle ve şahitlerle birlikte mahkemeye çıkarılmış bir suçlu gibiydi. Hakkındaki iddialar kesinlikle doğruydu; bu iddiaları en önce kendisi doğruluyordu.

Gerçekten de hayatı boyunca o kutlu Rasulu (sav) ve getirdiklerini sadakatle kabul edip, baş tacı etmemişti. O’nu (sav) ve takipçilerini ötekiler saymıştı; kendini ve etrafındakileri bizimkiler..

Şimdi ise işler terse dönmüştü; kabul etmediği, yok saydığı makam tarafından sorgulanıyordu. Takipçisi olmayı red ettiği Rasul (sav), şahit makamında oturuyor; davanın seyrini takip ediyordu. Mübarek yüzlerinde hüzün okunuyordu; belli ki davası görülen kişinin akıbeti ile ilgili endişeliydi.

Kendilerine söz hakkı verildiğinde üzgün bir halde buyurdular:

“bizi ve getirdiğimizi kabul ve tasdik etmedi; namaz da kılmadı. Bizi yalan saydı ve bizden yüz çevirdi. Kibirlendi ve kendi taraftarları ile olmayı tercih etti.”

***

Bu cümleler ne yazık ki doğruydu.

O kutlu Rasul’ün (sav)arkasında saf tutup namaz kılmamıştı. “Mekke bir mihrab, Medine bir minber; O kutlu Rasul bütün ümmete imam. Zaman ve mekânı aş; arkasında saf tut; namaza dur” diyenlere itibar etmemişti.

Namazın kendisini ümmeti Muhammed’den kılacağını; namaz ile var olacağını; namaz ile arınacağını ve en önemlisi ahiretini namaz ile inşa edeceğini kabul etmemişti.

“İşte o, (Peygamber'in getirdiğini) doğru kabul etmemiş, namaz da kılmamıştı.”

***

Bu cümleler ne yazık ki doğruydu.

Tercihini Rasul (sav) i ve getirdiklerini tasdik etmek yerine yalan sayıp, kendi bildiğince yaşamak yönünde kullanmıştı. Başka bütün yollara gitmişti de Mekke’ye giden yola gitmeye hiç yanaşmamıştı.

Nereye baksa Allah’ı gösteren işaretler vardı; ancak o, o işaretleri hiç dikkate almamıştı. Her işareti gördüğünde yüzünü ve yönünü çevirmiş; başka şeylerle meşgul olmaya devam etmişti.

Kendi değerleriyle kurduğu kendi dünyası vardı; onları bırakamamış, O’na doğru dönememişti.

Kendisini meşgul edecek, bütün vaktini dolduracak o kadar çok şey vardı ki.. onlardan fırsat bulup yüzünü Allah’a dönmemişti/dönememişti.

“Aksine yalan saymış ve yüz çevirmişti.”

***

Bu cümleler ne yazık ki doğruydu.

“Bir koyun çobanına mı iman edeceğim” diyen Ebu Cehil ile aynı yolu, aynı anlayışı ve aynı hayat tarzını tercih etmişti.

Kendini ve etrafındaki çevreyi beğenmiş, büyüklenmişti. Ne kadar da şatafatlı bir dünya vardı, önünde ve etrafında. Ona değer veriyorlar, o da onlara değer veriyordu. Taraftarları ile ortak bir hayatı mutlu mesut sürdürmüşlerdi.

Her yol ayrımına geldiğinde, Rasul (sav)’in bulunduğu yol önüne her çıktığında tercihini diğer yoldan yana kullanmış ve dünyalık taraftarlarını tercih etmişti.

Şimdi bu tercihleri okunuyor ve detaylı olarak sıralanıyordu:

“Sonra da çalım sata sata yürüyerek kendi ehline (taraftarlarına) gitmişti.”

***

Son nefes verilirken hepsini bir anda yaşıyordu.

Rabbine doğru götürüleceğini karşı konulamaz bir gerçeklik olarak fark etmişti ve geçmişte yaptıklarının ve terk ettiklerinin geleceğini nasıl şekillendirdiğini ayan beyan görüyordu.

Her şey kendi seçimleriyle ve bu seçimleri takiben yapıp ettikleriyle meydana gelmişti. Bin pişman halde kendini sorgulamaya başlamıştı.

Tam bu anda Allah Tealanın kendisine seslendiğini duydu:

“Yazıklar olsun sana yazıklar! Sonra yine yazıklar olsun sana yazıklar!”

***

Olağanüstü bir haldi bu.

Allah cc’nün kelamı, bütün varlığa yansımış; her bir varlık kendi lisanı ile aynı sözü söylemeye durmuştu.

Tanıdığı tanımadığı, bildiği bilmediği, gördüğü görmediği bütün mahlûkat aynı sözü tekrar ediyordu. Tanıyıp bildikleri, dostum-arkadaşım dedikleri aynı sözleri söylüyorlardı. Daha da kötü olanı bütün organları, hücreleri aynı sözleri haykırıyordu:

“Yazıklar olsun sana yazıklar! Sonra yine yazıklar olsun sana yazıklar!”

***

(devam edecek)

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ