KIYÂME SURESİ - 16-19 - rahle.org

KIYÂME SURESİ - 16-19 - rahle.org

KIYÂME SURESİ - 16-19


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Peygamber..

Hakka aşık, hakikate aşina gönlüyle ötelerin değerlerine sahip insan..

Peygamber..

Ahiri evvelinden hayırlı, sonrası öncesinden güzel.. Her an bir öncekinden daha yüksek bir mertebeyi basamak basamak yükselerek uruc eden kutlu varlık..

Peygamber..

Vahyi ve vahyin kıymetini en iyi idrak eden, O’dan gelen her şeyin meftunu, O’na giden her şeyin mübtelası..

***

Değil mi ki Cebrail gelmiştir ve O’ndan bir söz getirmiştir; unutur her şeyi Peygamber. Dünya ve dünyadakilerle bağlarını koparır; gelene ve getirene rabt eder kendini.

Değil mi ki Cebrail gelmiştir, melekût âleminden bir nur gelmektedir; bir tatlı heyecana tutulur Peygamber. Maşukunun zülfünden bir tel gelmiş âşık gibi; leylasının köyünden bir yel gelmiş mecnun gibi heyecanlanır.

Eli ayağına dolaşır, dili damağına yapışır. Kelimeler ağzında, cümleler boğazında düğümlenir.

***

Her sözün iki kıymeti vardır: kendinden, hakikat olmasından gelen kıymeti ve söyleyeninden gelen kıymeti.

Vahiyde ise söz, alabileceği en yüksek değeri alır. Çünkü:

Sözü söyleyen, söz söyleyenlerin en üstünüdür; benden sebep gelen söz, söyleyeni cihetiyle en kıymetli sözdür.

Çünkü:

Söz, zatı itibariyle levh-i mahfuzdan ve ilm-i ilahiden alıntılanmaktadır. Bu cihetle dahi en hakiki olan sözdür.

***

İşte bunlardandır ki Efendimiz (sav), vahiy geldiğinde bir an önce onu öğrenmek için telaşlanır; bir şeyini kaçırırım diye endişelenirdi.

Cebrail, getirdiği ayetleri O’nun “fuad”ına nakşederken O da bir yandan tilavet etmeye çalışırdı.

Habibinin hakikate ne kadar aşina olacağını ve onu bir an önce alabilmek için ne kadar iştiyaklı olacağını bilen Allah (cc), ta ezelde O’nu (sav) teselli etti:

“Onu acele (kavrayıb ezber) etmen için (cebrâîl vahyi iyice bitirmeden) dilini onunla depretme.

Onu (göğsünde) toplamak, onu (dilinde akıtıb) okutmak şübhesiz bize âiddir.”

***

Bu teskinle gönlü ferahladı Efendimizin.

Kendisi dışındaki hiç bir insana verilmeyen bir lütuf kendisine ikram edilmişti: ayetleri ezberlemek için gayret etmesine gerek yoktu. Unutmamak için çabalamasına da gerek yoktu.

“Kendisine vahyedilen bir beşer” olması hakikati, burada da kendini gösteriyordu:

İnsanlar, bilgiyi çabayla öğrenirler, gayret ederek hıfz ederler ve korumazlarsa zamanla da unuturlar. Ama Efendimizin vahiy ile gelen bilgilerde durumu çok farklı idi. Allah Teâlâ, bu bilginin O’nun yüreğine nakşedilmesini ve hıfz edilmesini bizzat kendi üzerine almıştı. Ayetler tenzil olundukça -parça parça indirildikçe- gönlüne inzal edilmiş olanla birleştiriliyordu ve bunun için hiçbir şey yapmaması emredilmişti.

Başka bir deyişle Kadir gecesinde zahir ve batın bütün encamıyla gönlüne indirilmiş Kur’an; şimdi ayetler halinde lâfzen tenzil oluyordu ve Allah (cc) bu ikisini O’nun (sav) engin gönlünde birleştiriyordu. Bu birleştirmenin dışardan görünüşü ya ayet ya da sünnet olarak tecelli edecekti.

***

İnsan, öğrenirken hata yaparsa bu hatayı tashih etmek çok zor olacaktır. Çünkü yanlış öğrenmiştir ama öğrendiğini doğru sanmaktadır.

Önce bildiğinin yanlış olduğunun farkına varacak, sonra yanlışlığını idrak ve kabul edecek; sonra doğruyu bulacak; sonra da yanlışı silerek yerine doğruyu kaydedecektir.

İnsanlığın tevhid tarihi boyunca öğrendikleri yanlışlarda ısrar etmeleri, gelen doğruları kabule yanaşmamaları da bunun bir ispatıdır.

İşte bu nedenledir ki Allah (cc); külli bir prensibi bize öğretiyor:

Öğrenirken acele etmeyin. Doğru olarak öğrenmek için sabır ve sebat ile çalışın ve en doğru şekilde öğrenin.

***

Yolu bilmek ne kadar kolay, o yolu yürümek ne kadar zor..

Bir bina yapmayı bilmek ne kadar kolay, o binayı yapmak ne kadar zor..

Ve en önemlisi bir hakikati bilmek ne kadar kolay; onun hakkını vermek ne kadar zor.

İşte bundandır ki Allah (cc), Efendimiz (sav) üzerinden bizi uyarıyor:

“Biz okuduk mu o vakıt ta’kıyb et o Kur’anı. 

Sonra bize aiddir yine onun beyanı”

Bir hakikati öğrendin mi, hiç vakit geçirmeden ona tabi ol. Onun gereğini yapma konusunda tembel davranma.

Öğrenirken hata yapmaman için sabır ve teenni tavsiye edilmişti. Öğrendiğimize tabi olmaya, eyleme geçmeye gelince beklemenin zamanı değildir. Hemen kalkmalı ve yürümeli. 

***

Kur’an, Allah Teâlâ’nın “Âlim” isminden gelmiş bir tecellidir. Ezelidir ve ebedidir. Muhteşem, nefes kesen mucizelerle doludur. İşte onlardan bir tanesi:

Nübüvvetin ilk yıllarında nazil olmuş bir suredir, Kıyame suresi. O dönemde henüz ne tefsir, ne müfessir vardır; Efendimiz (sav)’den gayrı.

Ayet gelmekte; Efendimiz (sav) onu ashabına okumakta; gerek varsa açıklamaktadır. Bu açıklamalar, O’nun (sav), kalbine inzal edilmiş Kur’an’ın sese, kelimeye dönüşmesidir.

Ancak aradan yıllar geçecek; Kur’an’ın açıklanması hiç bitmeden devam edecektir. Çünkü Kur’an’ın açıklanmasını da Allah Teâlâ kendi üzerine almıştır:

“Sonra bize aiddir yine onun beyanı”

Aynen Kur’an’ın korunmasını üzerine aldığı gibi..

Yüzyıllardır Efendimiz (sav)’in mirasçısı âlimler, bu ayetin tecelligâhı oluyorlar. Kur’an ayetleri, âlimlerce yeniden açıklanıyor; “Mübin” sırrı tecelli ediyor. Allah (cc), kendi ilim ve hikmetinden nasiplendirdiği âlimler vasıtasıyla kitabını beyan etmeye devam ediyor.¹ □

(Devam edecektir inşallah)

***

Dipnot:

1. Allah (cc)’ye hamd olsun ki, bu yazıların müellifi fakiri dahi, Kitabını beyan etme vazifesiyle şereflendirdi.

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ