Kapitalist Dünyada Yön Değiştiren Mücadelemiz - rahle.org

Kapitalist Dünyada Yön Değiştiren Mücadelemiz - rahle.org

Kapitalist Dünyada Yön Değiştiren Mücadelemiz


Facebookta Paylaş
Tweetle

"Ümit Şahin tarafından yazıldı.

 

Davet önderlerinin konusu; Takva Toplumunu kurmayı amaç edinen ve ilahî kanunlara yüz çevirmeyi önlemeye çalışan bir ümmet haline getirmektir. Zenginleşen ve holdingleşen cemaatler, İslamî mücadele sahasından çekilip, mücadele ettiklerini söyledikleri kapitalistlerle aynı kulvara geçtiler. Her yıl yüzlerce öğrenciyi üniversite sınavında başarılı bir konuma getirmek ve meslekî yeterliliğiyle öğünmek Allah'ın davasıyla tanıştırmaktan evla görünmektedir. Mücadele alanımızı tekrar sorgulamalıyız ve "bir zamanlar hata yapmışız" diye şimdi doğru yaptığını sananlara daha kötüye gitmeden ve sisteme entegre olmadan "kendinize gelin" demeliyiz. Davet önderlerinin konusu; Takva Toplumunu kurmayı amaç edinen ve ilahî kanunlara yüz çevirmeyi önlemeye çalışan bir ümmet haline getirmektir. Zenginleşen ve holdingleşen cemaatler, İslamî mücadele sahasından çekilip, mücadele ettiklerini söyledikleri kapitalistlerle aynı kulvara geçtiler. Her yıl yüzlerce öğrenciyi üniversite sınavında başarılı bir konuma getirmek ve meslekî yeterliliğiyle öğünmek Allah'ın davasıyla tanıştırmaktan evla görünmektedir. Mücadele alanımızı tekrar sorgulamalıyız ve "bir zamanlar hata yapmışız" diye şimdi doğru yaptığını sananlara daha kötüye gitmeden ve sisteme entegre olmadan "kendinize gelin" demeliyiz.


 

Tevhidi hayata hâkim kılma mücadelesi içinde olan davet önderlerinin, yeryüzüne gönderildikleri andan itibaren meslek bildikleri konu; insanlık ailesini gerçek dine ve hidayete davet etmek, daveti kabul edenleri bir araya getirerek, Allah'ın kanunlarına bağlı, dünyada Takva Toplumunu kurmayı amaç edinen ve ilahî kanunlara yüz çevirmeyi önlemeye çalışan bir ümmet haline getirmektir.

Tevhidî mücadelede nebevî hareket; kendi içerisinde amaçları ve sonuçları olan, örnekliği başından sonuna kadar vahiy tarafından belirlenen, bu mücadeleyi seçenlerin açlık,  sürgün, zindan ve boykot gibi türlü zorluklara duçar olduğu ve olacağı, bizim ve bizden öncekilerin bu yollarda sabretme güçleri kadar ecir ve mükâfat aldıkları bir yoldur. Seçenlerin seçkinliklerini artırmak ve içlerindeki samimiyeti, ihlâsı ve takvayı ortaya çıkarmak için tağutla mücadeleyi, şeytanlaşanlarla ve şeytanı hayrete düşürürcesine küfrü içselleştirenlere engel olmayı Rabbimiz sorumluluklarımız arasına koymuştur.

Sorumluluk alanlarımızın aynı olmasının yanında kabiliyetlerimiz, meziyetlerimiz ve becerilerimiz de bir o kadar farklılık gösterir. Kimimiz dünya tiyatrosunda patronu oynarken, kimimiz işçi sıfatıyla rolümüzü icra etmekteyiz. Sahnede olduğumuzu unutmadan ve sergilediğimiz rolü -saplanmadan-  en iyi şekilde canlandırarak sorunların üstesinden daha kolay geleceğimiz aşikârdır.

İşçi koltuğunda patronu, patron koltuğunda işçiyi oynamak iki taraflı bir zulümdür. Birincisi işçiye zulümdür ki, işçi kazandığı parası ile evine ekmeği zor götürürken, lüks bir arabanın benzin parasını bile ödeyemeyecektir. İkincisi patrona zulümdür ki, makine başında takım elbise kravatla, ne malzeme taşıyabilir ne de bu işe harcayacak kadar boş zamanı vardır.

Kapitalizm, insana rol değişikliğini ve konformizmi (1) en güzel hayat biçimi olarak gösteriyor. Fakire zenginin hayatını, zengine de daha fazla zengin olanların hayatını süslü gösteriyor. İnsanın mutlu olabilmesi için patron olması gerektiğini, milli hâsılasının yüksek olması gerektiğini, zenginlikten gelecek refahın hayatında olumlu değişiklikler meydana getireceğini iddia ediyor.

Bakkalı market olmaya; marketi süpermarketliğe; süper marketi de ultra-mega market olmaya çağırıyor. Sınırlı kaynaklar vurgusu yaparak, tükenecek bir yeryüzü profili çizerken, insanlığa da "madem tükenecek bunu neden sen tüketmeyesin!" mesajını veriyor. Petrol madem bitecek neden ben bitirmeyeyim, tarım ve ziraatın da madem sonu gelecek neden tümüne ben sahip olmayayım… derdini, insana aşılama görevini üstleniyor.

Kapitalizmin sahip olma dürtüsü oluşturması, insanlığın maneviyat eksikliği ile birleşince gönlünü dünyaya çevirmesine neden oluyor. Modern insanın çıkmazlarının başını oluşturan "mutlu olamama" olgusunun çözümü, sanıldığı gibi materyalde (maddeye tapınmada) olsaydı, dünyadaki en zengin insanların en mutlularımız olmaları gerekirdi. Oysa özünde temiz olan ve insan eli değmesi sonucu kirlenen madde, kişinin sırtına yük olmaktan ve sorumluluğunu artırmaktan öte anlam taşımamaktadır.

İslam; teslimiyeti özgürlük addeder ve mutluluğu vahye bağlayarak alanını belirlediği ve kişilerin iç dinginliklerine ulaşma noktasında mutlu olmayı getiren bir yaşam şeklidir. Mutluluğu, modern dünyanın materyalizmden kopyalayıp hayatına taşıdığı gibi, maddede aramaz. Kişi başına düşen milli hâsılanın arttırılması sonucunda, mutluluk seviyelerinin daha iyi olacağının beklentisini taşımaz.

Fakat günümüzün bazı Müslümanları, kapitalizmle savaşma (veya mücadele etme) yöntemini, onların oyun sahalarında bulunarak çözebileceklerini düşündüler. Bir başka deyişle, onların silahlarıyla silahlanıyoruz diyerek ekonomik cihad zannettikleri kapitalistleşme oyunun birer piyonu oldular. Zenginleşen ve holdingleşen cemaatler, İslamî mücadele sahasından çekilip, mücadele ettiklerini söyledikleri kapitalistlerle aynı kulvara geçtiler.

Emek sahiplerinin haklarını yemekten tutun da, faiz alıp vermeye, televizyon sektörüne girenler için ahlâkı zedeleyici reklamlardan, İsrail'e destek veren kişileri spiker yapmaya kadar tüm kapitalist tuzaklara düşüldü. Müslümanların paralarıyla kurulan gazeteler, bazı partilerin arka bahçesi haline geldi. Memurlaşanlar sisteme entegre olurken, patronlaşanlar sermaye kölesi haline geldi.

Kapitalizmin de etkisiyle dünyada rahat ve lüks bir hayat yaşama, hiç ölmeyecek gibi servet toplama ve kariyer uğruna sınıflar oluşturma çabası, bize örnek olarak gönderilen peygamberlerin mücadelesinin karşısında olan yaşamın ta kendisidir.

Bu anlayış modern cahiliyenin şu anda içinde bulunduğu ve Müslümanların da bu alana doğru kaymaya başladığı bir anlayış haline gelmiştir. Televizyon odaklı yaşam tarzını benimseyen topluluklara daha yakın olma adına konformistleşen, makam sahibi olarak daha iyi hizmet (!) edeceği iddiasıyla kime hizmet ettiğini bilmeyen kariyerizm hastası mücadele erbabının yaşantısı bugün her zamankinden daha doğru okunmalıdır.

Bu durum ayaklarımızı kaydırmamalı ve mücadele sahamızın yönünü saptırmamalıdır. Topluma inmek adına toplumun meşru gördüğü haramlara müsamaha göstermek ifratı oluştururken, mubah olmasına rağmen sırf bu toplum yapıyor diye helalleri haram kılmakta tefriti oluşturur.

İfratlar ve tefritler arasında 28 Şubat'ın ardından Müslümanlar gözlerini STK'ların içinde açmıştır. Egemen öğretilere uymayı hızlandıran, STK sisteminde malum hareketler Müslümanların övüp bitiremediği camiaların başını almıştır. Çünkü hedef keyfiyetten kemiyete kaymış ve artık sayımızın çokluğu vakıf veya dernek üyelerimizin sayısı, topladığımız aidatlar önem arz eder olmuştur. Sisteme entegre olmayı bir mücadele şekli gören malum cemaatler çok büyük bir organizasyon olmasına rağmen takiyyeci bir zihin yapısıyla sistemi içinden değiştirme zihniyetini meşrulaştırmaya çalışmaktadır.

Bu anlayışa rağmen İslamcıların bu çizgiye övgüyle yaklaşması, örnek olarak onları göstermesi, eğitim faaliyetlerine özenmesi ve çoğunluk olmalarını doğruluk gibi algılaması ne yazık ki STK'lara yanlış bir yerden giriş yapmamıza neden olmuştur. Eğitim anlayışımızı ÖSS'ye adam girdirmeye indirgeyen, Allah rızasını iyi bir makam sahibi olmakla eş tutan, daveti taraftar bulmak gibi ucuz bir anlama gebe bırakan bir zihin kirlenmesine istemeden de olsa girmiş bulunuyoruz.

1980'li yılların İslamcıları okul önlerinde liseli öğrenci bulup Allah'ın davasını anlatma derdindeyken, 2010'lu yıllara gelindiğinde liselerde görev yapan birçok öğretmen, öğrenci faaliyetlerinde bulunmamaktadır. Her yıl yüzlerce öğrenciyi üniversite sınavında başarılı bir konuma getirmek ve meslekî yeterliliğiyle öğünmek lisedeki öğrencileri Allah'ın davasıyla tanıştırmaktan evla görünmektedir.

Bu zaafiyet mücadele alanındaki sapma ve kırılmadan kaynaklanmıştır. Sağlıklı ve sahih bir hedef çizemeyen, çizdikleri hedeflerde de ütopik alanlara başvuran muvahhidiler müteahhitlik yolunun zorunlu yolcuları olmuşlardır; çünkü davalarında başarı bekleyenler bulamadıkları başarılarını dünyalarında aramaya başlamışlardır.

Lise çalışmalarındaki bu zafiyet üniversitede de hizmet vermek adına mesleğe başlayan nice doçent ve profesör de gözlenmektedir. Üniversiteleri hareketin en hızlı yerleri olarak tanımlayan entelektüellerimiz, kendi hocalıklarında bu performansı gösterememiş ve hatta hassasiyeti olan öğrencilerin kendi okullarında selamlarını dahi alamamışlardır. Çünkü henüz kariyerlerinin başında olan bu hocalar rektör olarak -sözüm ona- çok büyük faaliyetlere imza atacaklardır.

Öğrenciler de bu zihin kirlenmesinden nasibini almıştır. Eski öğrenciler okul uzatmayı mücadelelerine katkıda bulunmak için şeref sayarken, günümüz  öğrencileri daha son sınıfa gelmeden iş derdine düşmüş ve evlenip bir an önce emeklilik hayalleri kurar olmuşlardır.

Bir zamanlar tağutun Medrese-i Yusufiyesinde yetişen mücahidler, şimdilerde sokak medresesine (?) gönderdikleri evlatlarını nasıl tekrar Müslümanlaştırırız derdine düşmüşlerdir. Rad suresi 11. ayetteki "Bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah da onların durumlarını değiştirmez" düsturunu şiar edinenler, kendi durumlarını düzeltmek için şimdi tekrar "Bismillah" demek zorundadırlar.

Mücadele alanımızı tekrar sorgulamalıyız ve "bir zamanlar hata yapmışız" diye şimdi doğru yaptığını sananlara daha kötüye gitmeden ve sisteme entegre olmadan "kendinize gelin" demeliyiz. Sistemle yakınlaşmalarımızı, STK'larla her şeyin daha iyiye gidip gitmediğini, televizyon sahipliklerimizi, radyo kanallarımızı, tapusuz mücahid kalmasın diye kurduğumuz site yönetimlerini, okullarda tam ders alamadığından yönetici olarak öğrencilerden uzak kalanlarımızın fazla ders ücretlerini, kısacası sahip olduklarımızı ve gerçekten bunlara sahip olmakla daha iyi bir konuma gelip gelmediğimiz sorgulamalıyız.

Dipnot:

(1): Konformizm: İlke olarak ya da uygulamada, çevresinde kabul görmüş veya egemen durumda olan davranış modellerine, düşünce tarzlarına uyan kimsenin hareket tarzı. Toplumun değer yargılarına, geleneklerine saygı duyma, onlara karşı çıkmama, onlarla barışık olarak yaşama tavrı ya da eğilimi.

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ