RİSALETİN BEŞERİYET VECHESİ - rahle.org

RİSALETİN BEŞERİYET VECHESİ - rahle.org

RİSALETİN BEŞERİYET VECHESİ


Facebookta Paylaş
Tweetle

Gazi ÇOBAN


Allah'ın (cc), dinin vaz'ı-tamamlanıp yerleştirilmesi- vahyin tebliği ve beyanı gayesiyle muhatap olarak göndereceği şahsı beşer nev'inden tercihini izahta bulunmasını;

-Davetin bazı muhatapları tarafından "beşer- resulün", mantıksal çelişki şeklinde gösterilmeye çalışılması,

-Resulün konumunun yanlış yorumlanması sonucu ilahlık veya basitlik derecelerinde değerlendirilmesi, gibi iki büyük problemin izalesi hikmeti sadedinde değerlendirebiliriz.

Lügat manası olarak,
"BEŞER" derinin üstüne denildiğinden, insan cinsine isim olarak verilir. Fiziki yapısı -toprak, et, kemik, su, kan- ve bundan kaynaklanan yeme-içme ve uyuma gibi vasıfları da beşer olma yönüyle ilgilidir. Müşrikler ve az da olsa Ehli Kitabın, resulleri tenkit sırasında insan değil de özellikle beşer ifadesini kullanmaları; bu fiziki yapının insan-ruh yapısına göre aleladeliği sebebiyledir. Ki ilk isyankâr olan İblis de aynı mantığı kullanarak şeytanlaşmıştı.

Nübüvvetin ilk dönemlerinden itibaren davetin ilk ilanıyla beraber şirkin elebaşlarının resul hakkında öne sürdükleri "mecnun, sihirbaz" iftiralarından sonra üçüncü olarak ortaya koymaya çalıştıkları mevzu; onların beşer olmalarıdır. Onlar bu iddialarına delil olarak da; Allah'ın yüceliğini, dolayısıyla kendileri gibi yiyip içen, ölümlü bir beşerin vahyin muhatabı olamayacağı tezini savunuyorlardı. Gerçi onlar bu düşünceyi; itikatlarının doğal bir sonucu olmasından ziyade, haset etmeleri ve menfaatleri hakkında endişelenmeleri sebebiyle savunmakta idiler.

Kafalarında tasarladıkları peygamber imajını, alternatif olarak ifade etmekten de geri kalmadılar:
"Allah, peygamberi ancak meleklerden seçer."

Nübüvvete yükledikleri eksik mana; onları bu sonuca götürmüştü. Oysa peygamber; tebliğ ve beyan edici olmanın yanında numune ve yol göstericidir de. Din, onun yaşantısında şekil kazanır ve yaşanabilirliği tespit edilir. Din, muhatap olarak beşeri gördüğü içindir ki, yine ondan birini resul seçer. Risalet yalnızca tebliğden ibaret olsaydı, melekten peygamber düşüncesi bir şekilde izah edilebilirdi. Lakin tebyin (söz ve fiille açıklama) tezkiye (beden ve nefislerin pisliklerden arındırılması) ta'lim (iman ve amelin öğretilmesi) gibi diğer üç ana sorumluluk, resulün ancak ve sadece yine beşerden olmasını gerekli kılar.

"Nitekim içinizde sizden bir resul gönderdik, size ayetlerimizi okuyor, sizi tezkiye ediyor (her türlü şirkten, maddi ve manevi çirkinliklerden, pisliklerden temizliyor)." (2/151)

Sizin içinizden, sizden yani insanlar cinsinden güzide bir resulün gönderilmesi, nev-i beşerin yine beşer olarak bir peygambere mazhariyeti, ne büyük bir nimettir. Allah (cc) ile kulları arasında vasıta olacak gayri mahlûk birtakım tali mabutlar tasavvuru, muhaldir, imkânsızdır, batıldır. Resul, başka bir mahlûk olsaydı, insanlık namına büyük bir şeref olmaz, toplum için istifadeye de şayan olmazdı. Beşerden resul gönderilmesi; beşeriyetin Allah Teâlâ’ya doğrudan yaklaşmasına, irtibatına, Hz. Âdem (as) kıssasında beyan olunan hilafetine en büyük delil olan sonsuz bir şereftir.

"Allah, hem meleklerden resuller seçip/süzer, hem insanlardan! Hakikat Allah yegâne semi'/işiten, yegane basir/görendir." (22/75)

Bu iki ayette geçen üç kelimenin kritiği yapıldığında ortaya şöyle bir durum çıkacaktır: Müşrikler, olanca güçleriyle kendileriyle resullerin kıyasını beşere, süfli yapılarına çekmelerine rağmen ayetler onları, ruhla bütünleşmiş yapıları, insan olmaları cihetiyle değerlendirmeye ve öyle görmeye davet ediyor. Onları kemale ulaştırmak ve ulvi özelliklerinin açığa çıkmasını temine gayret ediyor. "Meleklerden ve insanlardan seçip süzmesi" yani melekler gibi kemalat/mükemmellik vasıflarının kuşanılması istenmekte, "içinizde ve sizden" denilerek kendilerine yine kendi içlerinden elçiler gönderilmesi suretiyle yapılan lütuf ve ikramın boyutları gösterilmektedir.

Kendi düşünceleri hakkında ortaya attıkları iddialarını sadece zanna ve vehme dayandıran o günkü toplum; Kur'an'ın delilleri karşısında susmak zorunda kalmıştı. O düşüncenin günümüzdeki uzantılarının, davetçi kimliğini öne çıkarmış Müslüman kitleye karşı olan tavrının da farklı olmadığını müşahede etmekteyiz. Müslümanları hep " duruşça basit ve öyle düşünen, siyasal, sosyal ve ekonomik hayatı okuyup etkilemekten çok uzak, sanat ve bilimin dışında/karşısında vb." insanlar olarak sunmaya ve bu meyanda yaftalamaya gayret ettiler. Bu durum karşısında Müslümanın vakarlı tavrı; kendisini ispat edebilme, alternatif olma ve karşı iddiaları boşa çıkarma psikolojisiyle değil, izzetin Allah (cc) ve inananlar yanında olduğu bilinciyle ve kendisini ancak kendisinin tanımladığı bir kimlikle ilan edici olmalıdır. Gerçi Kur'an, müşriklerin "melek-resul" taleplerinde de samimi olmadıklarını belirtir ve olaya "mazeretçi psikolojisi" ile yaklaştıklarını izah eder. Onlara; bu yaklaşımları sebebiyle, kendilerinden öncekiler gibi farkında olmayarak azap emrini talep etmekte oldukları ve üzerlerine meleklerin bunun için gelmesinin yakın olduğu ikazı yapılmaktadır.

"Bunun üzerine-Hz. Nuh (as)'ın-kavminden küfreden kodaman güruh şöyle dedi: Bu ba
şka değil, ancak sizin gibi bir beşer; üstünüze geçmek istiyor, eğer Allah dileseydi elbette birtakım melekler gönderirdi. Biz evvelki atalarımız içinde bunu-meleklerin indirildiğini- işitmedik. Herhalde o öyle bir adam ki kendisinde bir cinnet var, binaenaleyh gözetin bunu bir zamana kadar.!" (23/24-25)

"Onlara Allah'tan ba
şkasına tapmayın!' diye resuller –önlerinden ve arkalarından- geldiği vakit Rabbimiz dileseydi melaike gönderirdi; onun için biz sizin gönderildiğiniz şeye inanmayız!' dediler." (41/14)

"Celalim hakkı için, biz bu Kur'an'da dillere destan olacak her manadan türlü türlü ifadeler yaptık; yine insanların ekserisi gâvurlukta ısrar ettiler ve Biz' dediler; Sana ihtimali yok inanmay
ız, ta ki bizim için şu yerden bir menba akıtasın yahut senin için hurmalıklardan üzümlüklerden bir bahçe ola da aralarında şarıl şarıl çaylar akıtasın yahut iddia ettiğin gibi üzerimize semayı parça parça düşüresin yahut Allah'ı ve melekleri kefil getiresin yahut senin altından bir evin olsun yahut semaya çıkasın-ona çıktığına da asla inanmayız- üzerimize, okuyacağımız bir mektup indiresin !' De ki: Sübhanallah! Ben beşer bir resulüm !' Kendilerine doğru yolu gösteren hidayetçi geldiğinde, insanların iman etmelerine ancak şöyle demeleri mani oldu: Allah bir beşeri mi resul gönderdi ?'

Söyle onlara: "Eğer arzda uslu uslu yürüyen hep melekler olsaydı, elbette onlara semadan melek bir resul gönderirdik!" (17/89-95)

"Bir de
Şunun üzerine bir melek indirilse de görsek a!' diyorlar. Eğer öyle bir melek gönderseydik, herhalde iş bitirilmiş olur, kendilerine bir an bile göz açtırılmazdı! Kendisini bir melek kılsaydık, yine onu bir er kılacaktık ve düşmekte oldukları şüpheye onları yine düşürecektik." (6/8-9)

"O kâfirler başka değil, ancak kendilerine o meleklerin gelmesine veya Rabbinin emri[nin] gelmesine bakarlar; onlardan evvelkiler de böyle yaptılar ve onlara Allah zulmetmedi ve lakin kendileri nefislerine zulmediyorlardı." (15/33)

Hz. Peygamberin (as)'ın dilinden "Ben gaybı bilmem ve size Ben bir mele
ğim.' de demiyorum." ifadesi aynı şekilde iki surede zikredilir: 6/50, 11/31

"Allah'ı gereği gibi tanıyamadılar; çünkü Allah be
şere bir şey indirmedi!' dediler. De ki: Kim indirdi o Musa'nın insanlara bir nur, bir hidayet olarak getirdiği Kitabı ki siz onu parça parça kağıtlar yapıyorsunuz, bunları ortaya atıyorsunuz da bir çoğunu gizliyorsunuz?..." (6/91)

Müşrik ve Ehli Kitabın, beşerden resul olmayacağı iddialarının temelinde yatan gerçeğin; Allah'ı (cc) hakkıyla tanıyamamaları/takdir edememeleri, bu konuda cari olan sünnetullahı kavrayamamaları olduğu belirtilmektedir. Ki bunun misallerinin tarihi şahitliğini de yapmışlardı.

"Ve küfredenler zümre zümre cehenneme sevk edilmektedir. Nihayet ona vardıklarında kapılar açılır ve bekçileri onlara şöyle der: Size Rabbinizin ayetlerini okur ve bu günün likasından (bugün huzura çıkmakla) korkutur resuller gelmedi mi içinizden sizlere ?' Evet' derler; Geldi ve lakin kâfirler
üzerine kelime-i azap hak oldu!' (39/71)

"Senden evvel gönderdiğimiz peygamberler de başka değil, ancak şehirler ahalisinden kendilerine vahiy eylediğimiz birtakım erler idi."(12/109)

Peygamberlerin hiçbirisi bedevi değildi, medeniyetin içinden çıkmış ve ona vakıf, olayları anlamlandırabilen birer medeni idiler.

"Dünya hayatta kendilerine refah verdiğimiz halde küfredip ahirete kavuşmayı yalanlayan-Hz. Salih (as)-kavminden o kodaman güruh ise şöyle dedi: Bu, ba
şka değil, ancak sizin gibi bir beşer, yediğinizden yiyor, içtiğinizden içiyor ve şayet sizin gibi bir beşere itaat ederseniz muhakkak ki siz o halde katiyyen hüsrandasınızdır!" (23/33-34)

"Hem onlar /o zalimler şu gizli fısıltıyı sırlaştılar: Bu sırf sizin gibi bir beşer! Artık göre göre sihre mi gidiyorsunuz?" (21/3)

"Sen dediler; çok büyülenmişlerdensin. Sen bizim gibi beşerden başka nesin? Haydi, bir ayet/mucize getir, eğer sadıklardan isen!" (26/153-154)
"Siz dediler; bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz, hem Rahman hiçbir şey indirmedi, siz sırf yalan söylüyorsunuz." (36/15)

"De ki: Ben sırf sizin gibi bir beşerim, ancak bana şöyle vahiy veriliyor: Hepinizin ilahı bir ilahtır; onun için hep ona doğrulun ve onun mağfiretini isteyin ve vay haline o müşriklerin..." (41/6)

"Buna karşı-Hz. Nuh (as)- kavminden küfreden cumhur cemaat dediler ki: Biz seni ancak bizim gibi bir beşer görüyoruz ve sana tabi olanları da ilk nazarda en aşağılıklarımızdan ibaret görüyoruz. Sizin bize fazla bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz, hatta sizi zannediyoruz ki yalancılarsınız!" (11/27)

"Sen, dediler; muhakkak sihirlilerdensin. Sen bizim gibi bir beşerden başka nesin? Doğrusu biz seni her halde yalancılardan sanıyoruz. Üzerimize semadan bir kıtayı düşürüver, haydi sadıklardan isen!" (26/185-187)

"Sonra birtakım ayetlerimiz ve açık bir ferman ile Musa'yı ve kardeşi Harun'u gönderdik Firavun'a ve cemiyetine de bunlar kibirlerine yediremediler dik başlı bir kavim idiler; onun için, biz dediler; bizim gibi iki beşere iman mı ederiz? Hâlbuki onların kavmi bize kulluk ediyor." (23/47)

"Semud o uyarıları yalanlayıp şöyle dedi: İçimizden bir beşere mi tabii olacağız? Şüphesiz biz o vakit şaşkınlık içinde kalır, ateşlere yanarız! O zikir/vahiy aramızdan ona mı bırakılıyor? Belki o bir şımarık yalancıdır! İleride bilecekler o şımarık yalancı kimdir." (54/23-25)

Buraya kadar müşrik ve Ehli Kitabın, beşerden resul olamayacağı iddialarına kendi kurguları olan mantıklarını/delillerini sundu ayetler. Bundan sonra Kur'an'ın bu iddialara verdiği cevabı görelim:

"Ey resuller! Helal ve hoş şeylerden yiyin ve güzel işler yapın! Çünkü ben ne yaparsanız tamamen bilirim." (23/51)

"Biz senden evvel de peygamberleri başka türlü göndermedik; şüphesiz onlar hem yemek yiyorlar, hem çarşılarda geziyorlardı..." (25/20) 

"Senden evvel de başka değil, ancak kendilerine vahiy gönderdiğimiz birtakım erler gönderdik, haydin zikir ehline sorun bilmiyorsanız; biz onları hem yemek yemez bir ceset yapmadık, hem de ölümsüz değildiler."(21/7-8)
"De ki: Ben sırf sizin gibi beşerim, ancak bana şöyle vahiy olunuyor: "İlahınız ancak bir tek ilahtır!..."(18/110)

"Resulleri, hiç, dediler; gökleri ve yeri yaratan Allah'ta şüphe edilir mi? O, sizi günahlarınızı mağfiret etmek için çağırıyor ve muayyen bir vakte kadar size müsaade ediyor. Siz, dediler; bizim gibi bir beşersiniz, bizi babalarımızın taptıklarından çevirmek istiyorsunuz. O halde bize sultası açık bir delil getiriniz!'

Resulleri onlara, evet, dediler; biz, sizin gibi bir beşerden başka değiliz ve lakin Allah kullarından dilediğine nimetini ihsan buyurur..." (14/10-11)

"Muhammed de ancak bir resuldür; ondan evvel resuller hep geldi geçti. Şimdi o ölür veya katledilirse, siz ardınıza dönüverecek misiniz?.." (3/144)

"Bir de biz senden evvel hiçbir beşer için ölümsüzlük/huld nasip etmedik! Şimdi sen ölürsen onlar muhalled/baki mi kalacaklar?" (21/34)

"Hiçbir beşer için o yetki yoktur ki Allah ona kitap versin, hüküm versin, peygamberlik versin de o, sonra insanlara, Allah'tan beride bana kul olun, diyebilsin! Ve lakin, Kitap talim etmekte olduğunuz ve ders alıp vermekte bulunduğunuz için Rabbaniler/Rabbe kul olanlar olunuz!, der." (3/79)

Tebşir m
üjdeleme', beşer kelimesi ile aynı köke sahiptir. Mübeşşir, müjdeleyici vasfı, bütün Enbiya-i İkram için ortaktır. 

Bizden, içimizden, bizimle aynı havayı teneffüs eden, bizim için endişelenen, üzerimize haris ve kulak kesilen elçilerle şerefyab kılana övgüler, senalar!

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ