BİR HİDAYET ÖYKÜSÜ: SİNA MOTZEK HANIMEFENDİ - rahle.org

BİR HİDAYET ÖYKÜSÜ: SİNA MOTZEK HANIMEFENDİ - rahle.org

BİR HİDAYET ÖYKÜSÜ: SİNA MOTZEK HANIMEFENDİ


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Ebubekir ARMAĞAN

 

Sina Motzek… 27 yaşında Alman bir anne-babanın kızı olarak Almanya’da dünya’ya geldi. Sosyoloji doktorası yapıyor hali hazırda… 

Geleneksel bir Hıristiyanlık anlayışında büyüyen Motzek, sorgulamaları neticesinde Hıristiyanlıktan kopuş yaşamış. Bu kopuş ile başlayan uzun yıllar süren hakikat arayışı başladığını ifade ediyor.

Geçen sene Müslüman olan Motzek, hakikat arayışının uzun ve çok acı veren bir süreç olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Müslüman oldum evet; ama her şey aslında yeni başlıyor. Bir kul olarak yolum uzun, yapmam gereken çok işim var.”

Sina Motzek Hanımefendi ile Bursa’ya yaptığı bir ziyaret esnasında tanışmak imkânı buldum. Hakikat arayışı, Müslüman oluşu ve sonrasında yaşadıklarına dair bir röportaj yapmak teklifinde bulunduğumda büyük bir nezaket göstererek teklifimi kabul etti. 

Bu söyleşi klasik bir hidayet öyküsü olarak okunmamalıdır. Bu söyleşi ile bir insanın hakikat arayışının ve bu arayışın hidayet ile sonuçlanmasının ne denli zorlu ve acı verici bir süreç olduğu ifade edilmeye çalışılmıştır. Aynı zamanda bu söyleşi, Türkiye’de üzerinde bulunduğumuz, lakin çoğumuzun farkında olmadığı nimetlere dair bir hatırlatmadır.

Sina Motzek Hanınefendi röportajın sonunda bu tespiti şu sözlerle ifade ediyordu: “Siz üzerinde bulunduğunuz ve hazır bulunduğunuz nimete şükredin.”       

* * *

Ebubekir Armağan: Muhterem Sina Motzek Hanımefendi, öncelikle mülakat teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ediyorum. Sizi tanımak isteriz. Kendinizi bize tanıtır mısınız?

Sina Motzek: Almanya’da doğdum, büyüdüm. 27 yaşındayım. Sosyal Hizmetler bölümünde lisans ve yüksek lisans eğitimi aldım. Lisans eğitimim süresince ve onu tamamladıktan sonra yaklaşık 3 yıllık bir iş tecrübem oldu. Şu anda ise Almanya’da sosyoloji bölümünde Doktora çalışmaları yapıyorum ve tez aşamasındayım. Aslında eskiden sosyal bilimci olmak gibi bir niyetim yoktu. Lisans eğitimimi tamamladıktan sonra hayatımı sürdürebileceğim bir iş bulup çalışmak niyetindeydim…

E.A: Tez konunuz nedir?

S.M: Tezimin konusu “Depresif şikâyetleri olan, Türkiye kökenli göçmen kadınlarının biyograflarındaki ulus-ötesilik ve eylemlilik” üzerine. Hayatlarını Türk ve Alman kültürü arasında geçirdiklerinden dolayı hastalıklarında her iki kültürden de etkilenebilir ve yaralanabilirler diye düşünüyor ve böyle varsayıyorum.

E.A: Aile yapınız, aldığınız kültür vs… nasıl bir sosyal çevrede büyüdünüz?

S.M: Benim ailem geleneksel bir Hıristiyanlık algısına sahip.  Annem Protestan. Babam ise Katolik mezhebine müntesip. Ailemden fazla bir din eğitimi görmedim. Almanya’da geleneksel olarak çocukların dini eğitimi ile ilgilenecek bir akraba tayin edilir. (Vaftiz anne-baba) Bu kişi benim için teyzem olmuştu. Fakat o bu hususta bana ciddi anlamda bir katkı sağlamadı. Yalnızca Noellerde kiliseye giderdik. Pazar günleri ise gitmezdik.  13 yaşıma girdiğimde ise Almanya’da geleneksel olarak her genç çocuğa yapıldığı gibi benim için de kilisede bir tören düzenlenmişti. Bu tören benim artık Hıristiyan olduğumu gösteriyordu. Fakat bu törene katılmak içimden geldiği için değildi. Biraz çevremin hatırı içindi. Daha önemlisi bu törene katılanlara para verilirdi teşvik amaçlı. Herkes gibi benim içinde cazip gelen bir unsurdu bu durum. Fakat birkaç sene sonra pişman oldum ve Kiliseyi bıraktım.

E.A: İlginç… Niçin bıraktınız?

S.M: Bıraktım çünkü gördüm ki inanmıyorum. Bu süre içinde çok fazla olmasa da İncil’i de okudum. İncil’i okuduğumda yazılanlar bana tutarlı gelmedi. Bu kararı aldığımda ailem bana tepki göstermişti. Fakat bu tepkiye şaşırmıştım; çünkü ailem dindar değildi ve dindar olmadıkları halde Hıristiyanlıkta kalmam için bana baskı yapıp çıktığımdan sonra ise başkalarından bunu saklıyorlardı. Sonuçta Almanya’da aileler çocuklarına belli bir yaştan sonra fazla müdahale etmezler. Sonunda kararıma saygı gösterdiler.

E.A: Peki sonra?

S.M: Sonra ise ateist oldum diyemem elbette… Bir Yaratıcının varlığını reddetmiyordum; ama benim için Allah’ın varlığı bir anlam ifade etmiyordu ve olup olmadığını bulmak için araştırmıyordum.

E.A: İnsanoğlu tarihi boyunca varoluşunun anlamını merak etmiş ve hakikat arayışına girmiştir. Bu tarihin her döneminde her birey ve toplum için geçerli olmuştur; ama az ama çok. Ve varoluş sancısı çok zordur. Bu anlamda Sina MOTZEK’in hakitat arayışı nasıl başladı ve bu arayışınızda nasıl bir tecrübe yaşadınız?

S.M: Aslında kendimi bildim bileli bir boşluğun ve dolayısı ile bir arayışın içindeydim. Fakat ne aradığımı bilmiyordum. Beklide adını koyamıyordum. Almanya’da 18 yaşına giren herkes özgür ve bağımsız bir hayat sürmeye başlar. Ben de 18 yaşına geldiğimde evden ayrılmaya karar verdim. Özgürlük ve bağımsızlık düşüncesi beni çok cezbediyordu. Bir ara felsefeye merak sardım, bir ara punk ve rock müzik gibi akımlarla ilgilendim, bir ara da komünizm’i araştırdım. Karl Marks’ın “Das Kapitali”ni okuyan bir çevreye girdim. Komünizmde insan yalnızca ekonomik bir canlı olarak görülür. İnsanın ruhuna dair bir şey yoktur orada.

E.A: Tüm bunlar bir savruluşu ifade ediyor. Bu durumu her insanın yaşayabileceği gibi tatminsizlik olarak değerlendirebilir miyiz? 

S.M: Evet, sanırım böyle denilebilir. Almanya’da herkes özgürlük ve bağımsızlık fikriyle büyür. Kendime olan özgüvenim çok yüksekti. Tek başıma çok genç bir yaşta sırtımda çantamla Yeni Zelanda’ya gittim. Yolculuğum 7 hafta sürdü. Sonra Gana’yı gittim ve gezdim. Gana’da küçük bir cami görmüştüm ve çok etkilenmiştim. Ama orada kaldı etkilenmem. Sürekli bir arayış hali yani…

E:A: Bu arayışınız oldukça uzun bir serüven. Aradığınızı bulamamak nasıl bir duygu?

S.M: Bu hem boş hem de çok acı verici bir durumdu çoğu zaman. Gittiğim yerlerde çok güzel yerler gördüm. Allah’ın yeryüzünü ne kadar güzel ve kusursuz yarattığını gördüm ama o zaman bunu idrak edemedim. Bunu idrak edememiş olmak acı bir şey…

E.A: Bu arayış serüveninizde İslam sizin için ne ifade ediyordu?

S.M: Galiba ben - ülkemde olduğu üzere- medya, aile ve sosyal çevremin etkisinde kalmıştım ve İslamiyete karşı uzak ve biraz da olumsuz bir kanaate sahiptim. Lisede okurken sınıfımda tek bir Müslüman arkadaşım vardı. Bir gün onun evine ziyarete gitmiştim. Onu yabancı görürdüm. Onunla evlilik üzerine konuşurken, arkadaşım ailesinin onay verdiği birisiyle evlenebileceğini söylemişti. Çok şaşırmıştım. “Nasıl olur böyle bir şey? İnsan sevdiği birisi ile evlenmelidir…” dediğimi hatırlıyorum. Bu durumun bir ezilmişlik olduğunu düşünmüştüm, beyinleri yıkanmış olmalıydı… Daha öncede ifade ettiğim gibi; biz Almanya’da özgürlük düşüncesi ve hayali ile büyüdük. Bu durumu anlamam mümkün değildi. Bugün Müslüman olduğumu söylediğimde aynı şeyleri benim içinde söylüyorlar: Beyni yıkanmış falan diye…

E.A:  Ve Türkiye maceranız… Türkiye’ye ilk ne zaman geldiniz?

S.M: Türk asıllı bir arkadaşım vardı. Almanya’da yaşadığı için Türkçesi çok iyi değildi. Türkçesini geliştirmek için bir kursa gideceğini söylemişti. Benim dil öğrenmeyi sevdiğimi bildiği için beni de Türkçe Kursuna davet etmişti. Sonra beni Türkiye’ye davet etti. Ve Türkiye’ye 2009 yılında ilk olarak tatil maksadı ile geldim. Benim düşüncelerimi paylaşan bir arkadaş grubum vardı. Onlarla birlikte İstanbul’a sadece eğlence amaçlı gitmiştik. İstanbul’da görüştüğümüz insanlar sözde Müslümanlardı; ama İslamiyet kelimesi bile geçmemişti İstanbul’da kaldığımız süre içerisinde. 

Daha sonra ise Doktora çalışmalarımın gereği olarak Türkçeyi ilerletmek için bu defa eğitim için geldim Türkiye’ye. Zaten gittiğim kurs vesilesi ile az-çok öğrenmiştim Türkçeyi.

E.A: Pekâlâ… İslamiyet’e olan ilginiz nasıl ve ne zaman başladı?

S.M: 2012 senesinin başında İstanbul’da Türkçe dil eğitimi ileri sürdüğüm sıralarda, aynı sınıfı paylaştığım Afganistan, Fas gibi İslam ülkelerinden gelen arkadaşlarım oldu. Ve böylece ilk defa Müslüman insanların bulunduğu bir ortamda bulunmak imkânım oldu. Bu çok uluslu ortam benim için önemli fırsatlar oluşturmuştu İslam’ı tanımak açısından.

Hem bu ortamda hem de bir Türk arkadaşımla geçirdiğim vakitte Müslüman arkadaşlarımın aileleri ile olan ilişkilerinin kuvvetli oluşu beni etkileyen en önemli unsurdu. Müslümanlar niçin böyle davranıyorlardı? Merak ediyordum…

E.A: Müslüman arkadaşlarınızın aile hayatları sizi niçin etkiledi peki? Türkiye’de aile bağları kuvvetli olduğundan (son dönemde değişmeye başlasa da) bu durum bizim için çokça şaşırtıcı değil.

S.M: Bizim aldığımız kültürde aile bağları kuvvetli değildir. Ben de Almanya’da iken ailemden uzak bir yaşam sürüyordum. Sık görüşmezdik. Ailemin 2012 yılında ben İstanbul’dayken beni ziyarete gelmeleri çok önemli bir dönüşüm benin noktasıydı. İstanbul’u gezdirdim onlara. Ayrılacağımız zaman çok uzun yıllar sonra sarılmıştı babam bana. İnanılmaz bir duyguydu benim için. Ailemizdeki bu değişmeyi fark eden Türk bir arkadaşım vardı. Kendisi ailesini her gün arardı. Bense bu duruma çok şaşırırdım. Bu arkadaşım bana sürekli babamı aramamı söylerdi. Hatta bir ara bu durumdan rahatsız oldum ve beni rahat bırakmasını ve aramayacağımı söylemiştim. Hiç unutmuyorum bir gün İstanbul’da Kadıköy’de annemle telefonda görüşüyordum. Sonra babamı istedim telefona. O an annem çok şaşırmıştı ve sözleri ile şaşkınlığını belli etmişti. Babamla konuşurken onun ağlamak üzere olduğunu fark ettim. Yaklaşık 10 dakika konuştuk telefonda. Bu kadar uzun konuşmamıştık daha evvel. Çok değerli anlardı benim için.

E.A: Etkileyici bir hatıra… Şunu merak ediyorum: erdemli bir davranışa şahitlik eden kişi, bu davranışlar gösteren kişiye hayranlık duyabilir. Beğenir, alkışlayabilir… ama bu durum tek başına bir insanın hayatını etkileyecek olan bir dönüşüm/değişim açısından yeterli değildir kanaatindeyim. Bu durum sizi ne yönde etkiledi?

S.M: Evet burası önemli. Bu davranışları gösteren arkadaşlarımın ortak noktası İslam’dı. Bu vesile ile İslam’ı öğrenmeye, araştırmaya karar verdim. Fakat ilk başta bu öğrenme ve araştırma çabalarım sadece arkadaşlarımın dünyalarını yakından tanımak içindi, başka bir şey değil. Bu vesile ile ilk girişimim Almanca Hadisler okumak olmuştu. Daha sonra gittikçe ilgimi çekmeye başladı İslam ve arkadaşlarıma sorular sormaya başladım. Özellikle bu sorularıma cevap verebilmek amacıyla araştıran ve anlamazlığıma çok sabır gösteren bir arkadaşım görüşlerini benimle paylaştıkça hayatımdaki her şeye farklı bir açıdan bakmaya başladım. Kendi yaşam biçimimden ancak çok yavaş vazgeçebildim ama yine de sorgulamaya başladım.

E.A: Şöyle bir toparlayacak olursak: Arkadaşlarınızın davranışlarından etkilendiniz, bu davranışlara sebep olan düşünceyi araştırdınız, kendi hayatınızı, Müslüman arkadaşlarınızın hayatları ile mukayese ettiniz, sorguladınız ve bir nevi hakikat ile yüzleşmeye başladınız. Bundan sonra arayışınız nasıl devam etti, neler yaşadınız?

S.M: Bundan sonrası acı verici oldu. Hayatımın geçmişte kalan yanlarından pişmanlık duymaya başladım. Fakat hakikatle yüzleşmeye başlamış olsam da onu kabul edip hayatımı ona göre sürmem daha çok zaman aldı. Faslı bir arkadaşım “sen değişmeye başladın, niçin kabul etmiyorsun İslam’ı” demişti. Olmaz kabul edemem demiştim. Acele ediyordu arkadaşım ve ben özgürlüğümden vazgeçmek istemiyordum. 

Bir gün Türk bir arkadaşım bana Allah’ı ailesinden daha fazla sevdiğini söylemişti. Çok şaşırmış ve etkilenmiştim. Bir insan nasıl olur da Allah’ı ailesinden daha fazla severdi?

Bu anlattıklarım yavaş yavaş etkiliyordu beni. Bundan sonra ise Kur’an okumaya başladım. 

E.A: Kur’an okumaya başladığınızda ne gördünüz? Aradığınızı buldunuz mu?

S.M: Bakara Suresini okuduğumda sanki beni anlatıyordu ayetler. Yaşadıklarımı anlatıyordu, çevremi anlattığını gördüm. İnsanların niçin inkâr ettiklerini anlatıyordu. Sınırsız özgürlük düşüncesini eleştiriyordu. Okurken bazen korktum, pişmanlık duydum yaptıklarımdan, cennet ayetlerini okurken ise seviniyordum. İslam’ı öğrendikçe kâinatın muazzam bir düzeninin olduğunu fark ettim. Daha evvel tesadüflerin ortaya çıkardığı bir kaotik düzen olduğuna inanırdım. Kur’an-ı 5-6 farklı mealden karşılaştırmalı olarak okuyorum. Çünkü bazen anlayamıyorum. 

Tabi zaman zaman kafam da karışıyordu. Mesela kader konusunda kafam çok karışmıştı. Bir gün bir Türk arkadaşım kader konusunda beni ikna etmişti. İkna oldum dediğimde “artık sen Müslüman oldun” dediğinde “Hayır! Olmadım.” demiştim. Hala bir yanımda eksiklik vardı. 

E.A: Sizinde malumunuz oryantalizm İslam’a saldırırken, İslam’da çok evlilik, örtünme gibi argümanları kullanır. Bunlar İslam hakkında önemli önyargılar oluşturmuştur. Bu noktalarda sizinde önyargılarınız mevcut muydu? Ve bu hususlarda kanaatleriniz nasıl değişti?

S.M: Evet önyargılarım vardı. Çoklu evlilik gibi bazı unsurlarını kabul edemezdim. Arkadaşlarımla tartışırdım. Örtünme meselesi de böyleydi benim için. Fakat zamanla gördüm ki İslam’da var olan hükümlerin makul bir sebebi var. Mesela örtünme bana gerçek bir özgürlüğü vaat ediyordu. 

E.A: Ve tüm bu sorgulamalarınız, okumalarınız ve çektiğiniz sancıların sonunda Müslüman olmaya karar verdiniz. Ne zaman “ben Müslüman’ım, teslim oldum” dediniz? Ve bu nasıl gerçekleşti?

S.M: Bir gece Almanya’daki evimde kıbleyi bir şekilde bularak ve kalbimden ne geçiriyorsam söyledim. Bu benim için gerekliydi ve çok önemliydi. Allah’la olan bir görüşme, konuşma gibiydi bu. İçimi döktüm adeta. Mantık ya da akıl yürütme ile bir yere kadar gidebiliyorsunuz. İnsanın manevi bir adım atması gerekiyordu ve ben secde etmeliydim. Allah’a evet ben senin kulunum demem gerekiyordu. Bu son ve en önemli dönüm noktasıydı benim için ve Müslüman olduğumu ifade etmeden iki hafta öncesiydi. Etrafımdaki insanların nasıl bir tepki vereceğini kestiremiyordum. Korkuyordum. Sorgulama sürecimde bir takım eski alışkanlıklarımı değiştirmiştim. Mesela alkol almayı bırakmıştım, eğlence partilerine gitmiyordum. Bundan dolayı aynı evi paylaştığım iki kız arkadaşım onlarla yollarım ayrıldığı için beni evden kovdular. Danışman profesörümde çalışmalarımın kolaylığı için Üniversitenin bulunduğu şehre gelmemi istiyordu. Belki bu benim için daha hayırlı olur dedim ve doktora çalışmalarımı yürüttüğüm şehre ailemin de yardımı ile taşındım.

Yeni evime taşındıktan sonra Kuran’ı iki hafta boyunca yoğun bir şekilde okudum. Bu arada Mekke’ye gidip geldikten sonra Müslüman olan bir yazarın kitabını okuyunca Müslüman olabileceğimi düşündüm. Zaten Allah’ın varlığını kabul ediyordum, eski alışkanlıklarımı ise terk etmiştim, niçin Müslüman olmayaydım ki? Aslında Kur’an-ı Kerim’in tamamını okuyup sonra Müslüman olurum diyordum. Belki önüme çelişkili ve tutarsız ifadeler çıkar diyordum. Ama çok da korkuyordum; çünkü ahiret ve cehennem vardı. 

Ve geçen sene (2012) Eylül Ayında bir gün Türkiye’de ki yakın bir arkadaşıma internet üzerinden ulaştım. “Ben Müslüman olacağım” dedim. Kelime-i Şehadeti bilmediğim için arkadaşım bana onu tekrar ettirdi. Almanca tercümesini de buldu benim için. Sonra abdest aldım. O an kendimi tertemiz hissettim. Hatta bir bebek gibi…

Ve artık Müslüman olduğuma göre Allah’ın emirlerini yerine getirmeliydim. En önemli ibadet namazdı. Vazifemdi yani bu, yerine getirmeliydim mutlaka. Namaz başlangıçta çok kompleks gelmişti bana. Fatiha Suresini, subhaneke ve tahiyyat dualarını, bütün gün elimde notlarla ezberledim. Zor oluyordu. Türkiye’deki arkadaşım bana yavaş yavaş öğrenmemi tavsiye etti. Ben çok acele ediyorum. İlk günlerde namazları ise yalnızca iki rekât zannediyordum. Bütün namazlarımı öğrenene kadar hep iki rekât kılmıştım.

E:A: Müslüman oldunuz… Sonrasında neler yaşadınız?

 S.M: Öncelikle aileme Müslüman olduğumu söylemeliydim. Telefonda söyleyemezdim. Eve gittim ve onları karşıma alarak “size söylemem gereken bir şey var: Ben Müslüman oldum” dedim. Onlarda benim zaten İslam’la ilgilendiğimi bildikleri için sakin sakin oturuyorlardı. Şaşırmadınız mı? Dedim. Hayır dediler. Yalnızca beni etkileyen şeylerin neler olduğunu sordular ve ben de anlattım. Abim hemen odasına giderek Ateizmle ilgili kitaplar getirerek beni ikna etmeye çalıştı. Ama ben kesinlikle geri dönmeyeceğimi söyledim. Tartışmalarımız oluyordu bazen. (Türkiye’deki gezi olaylarını bana örnek göstererek İslam’ın özgürlükleri kısıtlayan bir din olduğunu söyledikleri de oldu.) Ama korktuğum kadar büyük bir tepkiyle karşılaşmadım. 

Zaten ailem dışında birkaç arkadaşımla birlikte etrafımda hiç kimsem kalmamıştı. Aslında bazen yanlış bir algı oluşabiliyor. Müslüman oldum ve mutlu sona ulaştım… Hayır, aslında henüz yolun başındayım. Şimdi bunların altından nasıl kalkmam gerektiğini düşünüyorum. Yapmakla mükellef olduğum vazifelerim var. Onları yerine getirmeliyim. Yapacağım ve öğreneceğim çok şey var. 

Bu süreçte zor zamanlarda yaşadım. Yalnız kalmış olmak beni korkutuyordu. Arkadaşlarımı terk etmiştim, belki fazla kimse yoktu yanımda ama Allah’a iman ediyorum ve Allah benimle beraberdi.

Taşındığım yeni mahallemde bir Müslüman Hoca ile tanışmıştım. Ona Caminizde kadınlar için ders veriliyor mu? diye sordum. Hayır dedi; ama evde hanımım sana yardım edebilir, dedi. Ve o hanımla tanıştım. Evine gidip gelmeye başladım. Onlar bana hem manevi bir aile oldular hem de İslam’ı öğrettiler. Türkiye’de ise çok değerli ve güzel insanlarla tanıştım. Rabbim beni hep hayırlara yönlendiriyor. Bunu hissediyor ve görüyorum.

Şimdi ise İslam’ı anlatmak benim vazifem, bunu biliyorum. Tamam, Müslüman oldum ve oturup cenneti bekleyebilirim. Ama bu kolaya kaçmak olur. İslam’ı anlatmaktan bazen korkuyorum; çünkü insanların benimle alay edeceklerinden korkuyorum. İslam’ı anlatmak çok sabır isteyen bir şey, çünkü insanların kalpleri ve akılları kapalı maalesef…

E.A: Türkiye’deki Müslümanların İslam algısını gözlemlediniz. Nasıl bir değerlendirme yaparsınız bu hususta? 

S.M: Türkiye’de ya da Almanya’da yaşayan Türkler mesela Kur’an-ı çok iyi okuyabiliyorlar. Tabii ki bu normal; çünkü küçük yaşlardan itibaren öğrenmeye başlıyorlar. Fakat bu okuma bazılarında yüzeysel. Sadece Arapça metnini okuyorlar. Tabii ki bu çok güzel; ama anlamını merak etmiyorlar. Meal okumuyorlar. Yaşamlarını sorgulamıyorlar. Hâlbuki Müslüman olmak sadece başlangıç bir son değil. Yaşamımızın sonuna kadar zorlu bir yürüyüşümüz var.

E.A: Son olarak “Müminler birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederler” ilahi kelamı çerçevesinde bize, Türkiye’deki Müslüman kardeşlerinize neler söylemek istersiniz?

S.M: Gözlerinizi açın! Siz hazır buldunuz… Ben hakikati, İslam’ı bulabilmek için çok uzun bir yol yürüdüm. Çok acı çektim ve bedeller ödedim. Bazen bunu da sorguladım. Benim yolum neden bu kadar uzun? Neden bu kadar uzun ve acı verici bir yoldan gelerek İslam’ı buldum? Diye. Ama biliyorum ki bu benim yolum ve benim imtihanım. Sizin yolunuz çok daha kısa. Buna çok şükretmelisiniz.

E.A: Yol kimimize uzun, kimimize ise kısa olsa da hepimiz için zahmetli bir yolculuk. Ve herkes kendi yürüdüğü yolun hesabını verecek Allah’a. Çok çok teşekkür ediyorum, Allah Razı olsun… Bize vakit ayırdığınız ve röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için.  

S.M: Ben de teşekkür ediyorum, Allah razı olsun… 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ