İslam’da Sosyal Adalet - rahle.org

İslam’da Sosyal Adalet - rahle.org

İslam’da Sosyal Adalet


Facebookta Paylaş
Tweetle


Faruk Salim


"Hayatın, yokluğun bağrından fışkırıverdiği, nurun, karanlıklar arasından yırtarcasına çıkıverdiği gibi, “gayb”ın bağrındanfışkıran “ bu gençliğe ” . . .

Allah adıyla Allah yolunda, Allah’ın bereketiyle cihad eden “bu gençliğe” bu kitabı hediye ediyorum." (Önsöz'den... Mart 1954)

İSLAM VE HIRİSTİYANLIK AÇISINDAN DİN VE TOPLUM

Bu bölüm çok dikkat çekici bir özelliğe sahip. İlk olarak Kutup ekonomik ve sosyal adaletsizliğin ilacının İslam toplumlarına yabancı fikirlerin ithal edilmesiyle değil İslam'ın uygulanmasıyla çözümleneceğini söylemekte ve İslam toplumlarında görülen kargaşanın maymunlar gibi başkalarını taklit eden kapitalist, laik, komünist fikir sahiplerinin kendi öz yurtlarındaki dinî gelenek ve anlayışlara karşı duruşun kör tutumunu, komünistlerin ve Hrıstiyanların algılarındaki aşırılıkları gözler önüne sermektedir. İslam'ın dengeli yapısıyla ilgili naslarla beraber karşılaştırmalara yer vermiştir.

O şöyle demektedir. "Olur ya da olmaz, tarihî hayatımız

da temelleri bulunmayan, şahsiyetimizin kaybolacağı ve kendisiyle insanlık kafilesinin kuyruğu oluvereceğimiz ilkel bir taklitçiliğe girişmeden, tarih birikimimize başvuralım. Çünkü Dinimiz kuyruk olmaya değil önde olmaya çağırıyor."

İSLAM'DA SOSYAL ADALETİN ÖZELLİĞİ

İslam'ın uluhiyet, hayat, insan ve kainat görüşü ortaya konulmadan İslam'daki sosyal adaletin anlaşılmayacağını vurgular ve İslam'ın hayat görüşünü şöyle ifadelendirir: Kainat bilinen zahirden ve bilinmeyen ğaibden meydana gelen bir Vahdettir. Hayat maddî ve ruhî güçlerin bir arada bulunmasından meydana gelen bir “Birliktir”. Bu güçler birbirlerinden ayrıldı mı mutlak bir çözülüş görülür. İnsan da gökyüzüne gözlerini dikmiş arzularla, yeryüzüne bağlı isteklerden mürekkep bir “Birlik”tir.

İslam bütün güçleri ve kabiliyetleri bir araya toplamaya, arzu, eğilim ve istekleri mecz etmeye, hepsinin hedefleri arasında bir uyum sağlamaya ve kainat, hayat ve insan arasında yapısında bunların mükemmel bir birlik ve ahenk meydana getirdiklerini itiraf etmeye geldi... der.

O sosyal adaletin sınırlarının insan hayatının bütün yönlerini ve esaslarını kapsayan insanî bir adalet olarak tarif eder. Sosyal adalette “yalnızca iktisadî değerler değil ruhî ve manevî değerlerde bulunmaktadır” demektedir.

İslam'a göre hayat yardımlaşma ve tekalüfdür (sorumluluk); savaş, anlaşmazlık ve düşmanlık değildir. Toplumun da ferdinde bütün gayret ve kabiliyetleri serbest bırakılmadır. Duygulara set vurmak, mahrumiyet altında kalmak değildir. Haram olmayan her şey mübahtır.

Kişi Allah'ın çizdiği sınırlar içinde kalan, yalnız Allah’ın rızasını gözettiği ve kendisiyle Allah’ın razı olduğu şekilde hayatın yüce hedeflerini gerçekleştirdiği her çalışmasından dolayı sevap kazanır.

İSLAM’DA SOSYAL ADALETİN ESASLARI

Üç ana başlıkta ele alınmaktadır:

1-Vicdan hürriyeti

Allah'tan başka bütün ilahlara kulluğun inkar edilmesinin insan vicdanını hürriyete kavuşturacağı gerçeği ve rızkın Allah’tan olduğu gerçeği vurgulanarak insanın bu itikat çerçevesinde şerefsiz bir hayat sürmesinin İslam tarafından engellendiği ve böylelikle sosyal adaletin tesisine yardımcı olduğu saptanmaktadır. O şöyle der: Mükemmel bir hürriyet olmadan insan tabiatı zaaf, boyun eğme ve kulluk etkenlerine karşı güçlenemez, sosyal adaletten kendisine karşı düşen payı alamaz, verildiği takdirde de adaletin yükümlülüklerine dayanamaz. (sf: 7)

2-İnsanî eşitlik

Bu bölümde İslam da ki üstünlük ve eşitlik kavramları kısaca anlatılmaktadır.

3-Sağlam sosyal tekafül (Dayanışma)

Kişi ile nefsi arasında dayanışma vardır bu nefsini kötülüklerden alıkoymasıdır. Kişi ile yakın akrabası arasında yardımlaşma vardır. Kişi ile toplum, toplum ile ferd arasında yardımlaşma vardır. Hayat engin denizlerdeki bir gemi gibidir ondaki bütün yolcular o geminin selametinden sorumludur. Hiç kimse bireysel özgürlük adına kendisine düşen yeri delemez.

İSLAM’DA SOSYAL ADALETİN YOLLARI

Zekat, merhamet, sadaka, infak, cömertlik kavramları anlatılarak insan ırkının ruhi değerler noktasında yüceleceği ve böylelikle adaletin tesis edileceği belirtilmektedir.

İSLAM'DA YÖNETİM POLİTİKASI

Bu başlıkta İslam’ın ön gördüğü yönetim biçimi sosyal adaletin tesisinde toplum için başat güç olmakta olduğu vurgulanmaktadır. İslamî yönetimin sosyal adalet getirdiği / getireceği anlatılmıştır.

 

İSLAM'DA MALİ SİYASET

Gerekirse devlet başkanı (imam) zekat haricinde zararı önleyecek sıkıntıyı giderecek, Müslüman toplumun maslahatını koruyacak bir miktarı alma hakkına sahiptir, der.

FERDİ MÜLKİYET

Yazar şöyle söylemektedir: İslam ferdin mülkiyet hakkını kapitalizm gibi kayıtsız şartsız ve sınırsız olarak kabul etmez. İslam bu hakkı tanırken toplumun maslahatını da gözetir. Sosyal adalet her zaman ferdin yararıyla çakışmaz. Sosyal adalet ferdin hakkı olduğu kadar toplumun da hakkıdır. (sf: 156)

Daha sonra bu bölüm altında ferdi mülkiyetin tabiatı, meşru mülk edinme yolları ve mülkiyeti geliştirmenin sınırları anlatılmıştır. Bu bölümde şu hadisi şerife yer verilmektedir: "Resulullah (sa) buyurdu ki: Allah der ki: Ben kıyamet günü üç kişinin hasmıyım söz verip sözünden cayanın, hür bir adamı köle diye satıp değerini yiyenin ve ücretli bir kişi tutup ona işini yaptırdığı halde ücretini vermeyenin.” (Buhari)

"İşçiye teri kurumadan hakkı olan ücretini veriniz.” (Mesabihüssünne.)

Şehid müellif bu nasları zikrettikten sonra şöyle söylemektedir: İşci böylece gereken titizliği göstrecek ve önem verecektir. Ücretin hemen ödenmesinin anlamı budur. İşci emeğinin değerlendirildiğinin, toplumda belirli bir yerinin olduğunun şuuruna bunlar varır... İslam, işciden hakkını gösterilecek bu titizliğin karşılığında yapacağı işi dikkatli ve güzel yapmasını ister. Çünkü İslam'da her bir HAK kaşılığında GÖREV vardır... (sf: 169)

İslam’ın genel prensibi şudur: Çalışma olmadan kazanç da yoktur.Nitekim karşılıksız hiçbir çalışma da yoktur.

Bu bölümün Mülkiyeti Geliştirme Yolları başlığı altında şu nasslara yer verilmiştir: ”Bizi aldatan bizden değildir.”

“Alan ve satan (meclislerinden ayrılmadıkları sürece) alışverişi fesh etmekte ihtiyar sahibidirler. Eğer doğru söyleyip açıklayacak olurlarsa, alış verişlerinde bereket ihsan edilir. Eğer gizleyip yalan söylerlerse alışverişlerinin bereketi kaldırılır. (Buhari)

İslam’a göre, alınan borcun üretim veya tüketim için olması arasında fark yoktur. Alınan borç tüketim için,yani kişinin zorunlu ihtiyaçlarının karşılanması içinse borcundan fazla bir miktar ödemesi için zorlanması caiz olmaz;borcun kendisini güç yettiği sırada ödemesi yeterlidir. Eğer borç üretim için alınmışsa, aslında karı onun harcadığı gayret sağlamaktadır; borç aldığı mal değil. Ancak kar ve zarar sağlama ihtimali üzerine kurulmuş ortaklıkta durum böyle değildir. Bu nedenle İslam bütün hallerde faizi haram kılar, yerine bütün hallerde zorunlu ihtiyaçlar için borç isteyene borç vermeyi emreder.

Eğer borçlu aldığı borcu ödememekte zorluk çekiyorsa, "(borcunu) kolayca

Düzenin şekliliği önemli değildir, önemli olan düzenin ruhudur. Yöntemleriyle, yasamalarıyla ve düzeniyle İslam’ın eğittiği toplum, düzenin şekil ve uygulamalarıyla uyum halindedir, (ödeyeceği geniş) bir zamana kadar mühlet” (Bakara: 280) verilir. (sf: 185) Şehit Seyyid Kutup ayetteki ifadenin

emir olduğu görüşünde olduğunu belirtmektedir. Bu konuyla ilgili delilleri detaylıca incelemektedir. (sf: 187-188)

Faizin gayr-ı meşru bir yöntem olduğu, sosyal adaletin zıttı bir günah-ı kebair olarak karşımıza çıktığını vurgularken, şöyle söylemektedir. “Sonunda insanlığı mahveden ve insanları dünya hayatlarında fert olarak, toplum olarak, devlet olarak ve halk olarak bir avuç faizci uğruna alabildiğine fakirleştiren; uğursuz bir düzen ortaya çıkar; malın el değiştirmesinde ve insanlığın iktisadi hayatlarının dosdoğru bir şekilde gelişmesinde pek çok bozukluklar meydana gelir... sonunda çağımızda olduğu gibi tüm insanlar üzerinde gerçek otorite ve tam anlamıyla sözün geçerliliği, Allah’ın en alçak ve en şerli yaratıklarının, insanlığın hiçbir hakkına riayet etmeyen, hiçbir ahd ve yasak tanımayan bir azınlığın eline geçer.”

ZEKAT FARİZASI

Bu bölümde zekatın İslam’ın sosyal görünümlü bir farzı olması zekat vermenin fazilet değil zorunluluk olduğu ve sosyal alandaki etkileri vurgulanmaktadır. Zekatın kimlere verileceği ve şartları müellif tarafından açıklanmaktadır. Şöyle demektedir: Düzenin şekliliği önemli değildir önemli olan düzenin ruhudur. Yöntemleriyle, yasamalarıyla ve düzeniyle İslam’ın eğittiği toplum, düzenin şekil ve uygulamalarıyla uyum halindedir, yasama ve yöneltme ile birlikte mükemmeldir. Dayanışma bu toplumun vicdanından ve düzenlemelerinden, birlikte uyumlu ve mükemmel halde ortaya çıkar. Bu gerçeği diğer materyalist düzenlerin gölgesinde doğup büyümüş ve yaşamış olanlar düşünemezler. Fakat bu biz Müslümanların yakından bildiği ve imani zevkimizle zevkine vardığımız bir gerçektir. (sf: 209)

ZEKAT DIŞINDAKİ MALİ YÜKÜMLÜLÜKLER

Fıkıh bağlamında konunun teknik detayları açıklanmaktadır. Mesalihi mürsele (belirli bir nass bulunmayan, onun çeşidinden olanın muteber olduğu kabul edilen maslahatlar) ve Seddüz Zerai (zararlara götüren yollara engel) esasları İmama topluma zarar verecek her şeyi önleme yetkisi verir denilmektedir. Konu bu eksen etrafında incelenmektedir.

İSLAM TARİHİNDEN VAKIALAR

Bu Peygamber dönemi, Hulefa-i Raşidin dönemleri ve daha sonraki çağlarda meydana gelen sosyal olaylar, halifelerin ve onlara tabi olanların tutum ve davranışları incelenerek, İslam ahlakının insanlara neler kazandırdığı, toplumdaki sosyal adaletin böylelikle nasıl korunduğu. Çürüme ve yozlaşmanın nasıl başladığı ve geliştiği noktalar sosyolojik olarak tarihi vakıalardan örneklerle olaylar bağlamında incelenmektedir. Biz Müslümanların kendi tarihimizden ibret almamız gerektiği İslam’ın ruhundan sapmaların başlangıcından Müslümanların tökezleme ve gerileme nedenleri kritik edilmektedir. (sf: 223 328)

Kutup şöyle demektedir. "Olur ya da olmaz, tarihî hayatımızda temelleri bulunmayan, şahsiyetimizin kaybolacağı ve kendisiyle insanlık kafilesinin kuyruğu oluvereceğimiz ilkel bir taklitçiliğe girişmeden, tarih birikimimize başvuralım. Çünkü dinimiz kuyruk olmaya değil önde olmaya çağırıyor."

Tarihte vakıa olarak İslam şunları ortaya koyabilmiştir, der ve maddeler halinde sıralar:

1-Amme malından fakirler, İslam’a daha önce girmiş olandan öncelikle hak sahibidirler

2-İslam bir taraftan servet yığılırken, öbür tarafta yoksulluğun bulunmasını

hoş görmez

3-Mali kudrete göre farklı vergi koyma esası

4-Vergiyi ödemeleri için zaruri ihtiyaçlara el konulmaması. Ve zorla alınmaması

5-“Adam ve mihneti” yanında “Adam ve ihtiyacı” prensibine göre sosyal güvenlik tesisi

6-Her aciz ve muhtaç için sosyal güvenlik esası

7-Bunu nereden buldun esası

8-Zekat

9-Umumi dayanışma

10-Faizin kaldırılması

 İSLAMIN BUGÜNÜ VE GELECEĞİ

İslamî hayata yeniden dönmeye, uluhiyeti İslam’ın emrettiği şekilde algılamaya ve uygulamaya davet etmektedir. O İslam'ın düşmanlarının sinsi planlarını şu misalle açıklamıştır: Şarkiyatcı W.Cantwel Smith, “Günümüzde İslam adlı bir eser yazmıştır. Bu kitabın ana hedefi “Laiklik”in İslam ile özdeş olduğunu ortaya koymaktır. Hatta İslam topraklarından biri olan Türkiye’de gerçekleştirilen laiklik, son çağda başarıya ulaşan biricik İslamî harekettir, der. İslam'ın var olmasını isteyen Müslümanlara düşen görev, aynı yolu izlemektir. Çünkü doğru hareket olma özelliği yalnız ona aittir, der.

Sonra Seyyid kutup şöyle söyler: Aynı şekilde biz bunun tam zıddı olan gerçeği açıkça ortaya koymamız gerekiyor. Ki Müslüman olmayı seven, bu dinin varlığının durakladığını ilan etmekten çekinen pek çok kişi bu gerçekten korkmamaktadır... Biz bu gerçeği açıkça ilan edelim ki, bu dinin sevenlerine bu dinin düşmanları tarafından verilen uyuşturucunun etkisini ortadan kaldıralım.

Kutup günümüz Haçlı Avrupa, Rus veya Amerikan Emperyalizmin psikolojik temelini irdelemekte ve değişmediğinden bahsetmektedir. İngiltere, Fransa veya Amerika'nın Müslümanlara sonuç olarak değil de yaklaşım olarak tarz farklılıkları olduğunu söylemektedir. Örneğin İngilizler sinsiliği tercih eder, der.

Kutup günümüzde her şeyin tevhid / uluhiyet eksenin şekillenebilirliğini irdelemektedir. Örneğin edebiyat, sanat ya da batılılardan alınacak bilgilerin niteliğine dair açıklamalara yer vermiştir.

YOLLARIN AYRILIŞINDA

Seyid Kutub’un geçmişte dünyanın doğu ve batı bloğu olarak ikiye ayrıldığı gerçeğini aslında gerçek olmayan bir durum olarak değerlendirmiştir. Batıcı Amerikancı düşünüşün Rus düşüncesinden farklı olmadığını söyler. "İslam her iki bloğunda inceden inceye hesaba kattığı gerçek kuvvettir" der. Burada İslamî hareketlerin “İslam’ın varlığı veya yokluğu” ile ilgili temel şartı açıklığa kavuşturmaları gerektiğini vurgular.

İslam'ı var etmeyi hedef almalıdırlar, denmektedir... yolların biri bu. Diğer yol ise, İslam topraklarında var olan lâdini (laik) şartların İslam olduğunu zannederek aldanmaktadır.

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ